Mehmet Özay 7 Şubat 2015
Endonezya Devlet Başkanı Joko Widodo (Jokowi), Malezya Federal Sultanı
Abdul Halim Muazzam Şah’ın konuğu olarak iki günlük resmi ziyaret için
Malezya’da. Perşembe günü Kuala Lumpur’a gelen Jokowi’nin bu ilk yurt dışı
gezisi. Tabii daha önce Çin’de APEC, Myanmar’da ASEAN ve Avustralya’da G-20
zirvesine katılmasını unutmuyoruz. Ancak bu iki ziyaret deuluslararası
birlikler çerçevesinde gerçekleştirilmesi dolayısıyla farklı kategoride
değerlendiriliyor. Dolayısıyla Jokowi’nin Malezya’ya yaptığı ziyareti ilk
ziyaret olarak adlandırmakta bir mahsur yok. Öte yandan, Jokowi yönetiminin
Malezya’yı ilk ziyaret edilecek ülke olarak seçmesinin pek çok nedeni
bulunuyor. Aynı ırka mensup milletler olmasının ötesinde, geniş sınırları
paylaşan, ASEAN gibi bölgesel birliğin iki önemli ülkesi olmaları Endonezya ve
Malezya ilişkilerini her daim önemli kılmıştır. Ziyaretin Malezya Federal
Sultanı’nın davetince gerçekleştiriliyor olmasa da Sultan(ların) ülke siyasetinde
ve uluslararası siyasette rolleri olmaması, Jokowi’nin Kuala Lumpur’a gelişi sembolik
olarak algılanabilir. Ancak bu pek de öyle değil. Davetin gerçekleştirilmesinde
Endonezya’da Devlet Başkanlığı sisteminin varlığı, davetin en üst organ olan
Sultan’dan gelmesini gerektiriyor. Bu da Malezya Başbakanı ve Hükümetin
sultandan talepte bulunmasıyla gündeme geliyor. Sadece o kadar...
Peki bu ziyaretten neler bekleniyor? İlk olarak Endonezya’nın ekonomik
kalkınmasında yapısal onarımlara ihtiyacının karşılanması; ikinci olarak iki
ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi ve üçüncü olarak da ASEAN’de
sosyo-ekonomik ve siyasi yapılaşmaların ele alınması olarak belirlemek mümkün.
Bu üç olgu hakikaten Jokowi’nin dosyasında bulunuyor mu emin değilim ancak, olması
gerekenler noktasından hareketle dile getirdiğimi belirteyim. Bununla birlikte,
iki ülenin ırksal benzerliğinden hareketle iki ülke arasında her şeyin süt
liman gittiğini zannedenlerin yanılgı içerisinde olduğunu söyleyebilirim. Bu hususlara tek tek göz atmakta fayda var.
Bu ziyaret, yolsuzluğu ortadan kaldırma, endüstriyel kalkınma hamlesine
girişme, denizcilik sektörünü canlandırma gibi ‘mega’ vaadlerle gelen
Jokowi’nin komşu ülke Malezya ile hangi alanlarda ortaklıklar yapılabileceğini
araştırması anlamı taşıyor. Jokowi’nin seçim vaadleri çerçevesinde alt yapı
yatırımlarına hız verilmesi, dış yatırımın önünü açacak yasal düzenlemelere
gidilmesi gibi aciliyet gerektiren işlerde Malezya’nın tecrübelerine ihtiyacı
olduğuna kuşku yok. Bu anlamda, Malezya, görece kalkınmış ülke görünümü
sergilerken, teknolojik ve kurumsallaşma konusunda Endonezya’ya desteği göz
ardı edilemeyecek bir potansiyele sahip ülke olduğu da gerçek. Aslında tarihsel
performansa ve beklentilere bakılırsa tam tersi olması gerekirdi. Örneğin,
Malezya Ulusal Petrol Şirketi (Petronas) kurulduğunda, model olarak Endonezya
Petrol Şirketi’ni (Petronas) model almıştı. Bugün gelinen noktada ise,
Petronas’ın alanında küresel bir tanınırlık yakaladığı, Petronas’ın ise
yolsuzluklarla çalkalandığı dikkate alınırsa, Endonezya’nın aradan geçen otuz
kırk yıllık süre zarfında sadece bölgesinde değil, küresel olarak neler
kaybettiğine dair ipucu verir. Belki de Endonezya’nın yeni yönetimi,
Petronas’ın nasıl olup da bu yarışta geri kaldığını iyi çalışmaları ve analiz
etmelerinde fayda var. Böylece enerji sektöründen başlayıp, petrokimya, alt
yapı, tarım teknolojileri gibi alanlarda nasıl bir yol haritası
izlenebileceğini tespit edebilirler. Tabii Petronas’da yolsuzlukların
alıpbaşını gittiğini söylerken, Malezya’nın yolsuzluk olgusundan azade olduğunu
söylemek mümkün değil. Ancak burada Malezya ile Endonezya yönetim biçiminin
birbirinden ayrılan noktalarının öne çıktığını ilk elden tespit etmek gerekir.
Bu noktada, Malezya’da 57 yıldır aynı iktidar aygıtı üzerinde rol alan ‘aynı’
aktörlerin kendi içerisindeki yapılaşmasının geniş kitliler nezdinde algılanamazlığı
dikkat çekiyor. Öte yandan, Endonezya’da üniformalarını çıkarmış, sivilleşme
çabası içerisindeki eski askerler tarafından uzun süredir yönetildiğini;
ordunun kendi ekonomisini yaratan araçlara tümüyle hakim olduğunu ve bunun şu
veya bu şekilde yerel yönetimlerden merkezi yönetimlere kadar sivillere ait
olduğu şeklinde tezahür eden yapılaşmalarla arasındaki karmaşık ilişkilerini
unutmamak lazım.
İki ülke örneğinde biri gizli, biri açıktan tezahür eden yolsuzluk
örnekleri kuşkusuz ki, iki ülkenin baş etmesi gereken hususların başında
geliyor. Malezya’da bu yapılaşmanın ciddi bir şekilde gündeme gelmemesinin
belli başlı nedenlerinden biri, bunu ‘absorbe’ edebilecek gelirlerinin
çokluğundan kaynaklanırken; Endonezya’da ayyuka çıkmasının pek çok sebebi
bulunuyor. Bu bağlamda, her iki ülkede ‘Yolsuzlukla Mücadele Kurumları’nın
nasıl çalıştığına göz atmak ilginç veriler sağlayacaktır. Dolayısıyla,
Endonezya’nın ekonomik kalkınmasını gerçekleştirmede tabiri caizze, unu,
şekeri, yağı varken helvayı bir türlü yapamamasının öncelikle yolsuzluk
pratiklerinin teker teker ortadan kaldırılmasıyla birincil derecede ilişkisi
var. Burada çok küçük bir misal vereyim. Merkezi hükümet, yani Cakarta’da Köy
Kalkınması veya ilgili bir Bakanlık tarafından köylerin kalkınması için ayrılan
bütçenin köylüye ulaşana kadar kaça ‘aşamadan’ geçip, bu aşamalarda sivil
askeri bürokrasi tarafından kaç defa ‘tarümar’ edildiğini ve akabinde köylünün
eline geçen miktarında öyle kalkınmayı sağlayacak bir boyutta olmadığını
görebiliriz.
Kalkınmada en önemli araçlardan biri olan insan kaynakları noktasında
Endonezya’nın bir eksiğinin olduğunu söylemek güç. Ulusal üniversiteler
noktasında, örneğin Tıp Fakülteleri gibi Malezya’nın önünde olduğu alanlar bile
var. Ancak devlet veya özelde bürokrasiye adımını atan yetişmiş elemanların
halka hizmet yerine, kendileri ve yakın çevrelerine ve de içinde yer aldıkları
‘yolsuzluk ağlarından’ kurtulup halka ulaşmada onulmaz sorunlarla
karşılaşmaları çözüm bulunmasını sürecine de sekte vuruyor. Bununla ilgili en
canlı örnek, halen bugünlerde Endonezya basınında gündemi teşkil eden Emniyet
Genel Müdürlüğü’ne ataması yapılan, ancak Yolsuzlukla Araştırma Kurumu’nun
yolsuzluk iddialarıyla ilgili belgeleri hükümet yetkilileri ve kamuoyuyla
paylaştığı Budi Gunawan geliyor. Bu polis şefinin kabarık banka hesaplarını
oluşturan meblağ, ülkenin dört bir yanındaki diğer astların tayinleri için
kendisine yaptıkları ‘bağışlarla’ oluşmasından teşekkül ediyor. Ya da ‘Aman
oğlum asker olsun, hayat boyu ezilmesin’ düşüncesiyle hareket eden aileler, tüm
birikimlerini orduya başvuru sürecinde oluşturan kurullardaki ağlara ‘havale
ederken’, aslında oğullarının da gelecekte aynı ağ/lar/ın bir ‘üyesi’ olacağını
da herhalde kestirmiş olmalılar ki, çocuklarının ömür boyu ezilmeyeceği
öngörüsünde bulunuyorlar. Bunu sadece Emniyet Genel Müdürlüğü veya ordu
bünyesinde değil, tüm kurumlar boyutunda ele aldığınızda nasıl bir şeffaf
yönetimle karşı karşıya olduğunuzu anlayabilirsiniz.
İki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi konusuna gelirsek, karşımıza
Endonezyalı göçmen işçiler, sınır anlaşmazlıkları, gibi önemli hususlar
çıkıyor. Özellikle resmi rakamlara göre iki milyon gayri resmi rakamlara göre
dört milyonu bulan Endonezya işçilerin çalışma şartları hiç de öyle aynı ırka
mensup kardeş ülke nosyonuna uygun bir noktada bulunmuyor. Son dört yılda,
Endonezya’dan işçi alımını durdurulmasından, hükümetlerarası görüşmeler yapılarak
bu sürecin yeniden başlatıldığı gibi karmaşık ve de çelişkili ilişkilere konu
olduğu gözleniyor. Bu süreci zora sokan ise özellikle ev işlerinde çalıştırılan
Endonezyalı bayanlar ile palmiye plântasyonlarındaki işçilere ödenen ücretler
ve maruz kaldıkları muameleler dikkat çekiyor. Bu konuda piyasa kurallarının
işlemesi ırksal, dinsel ve de kültürel benzerliği olduğu ileri sürülen iki ülke
ilişkilerinde öne çıkan ve de probleme yol açan husus oluyor. Gümrüklerde
Endonezya vatandaşlarının maruz kaldığı yaklaşım ise cabası. İnsanın aklına,
acaba ilk olarak 1786 yılında o dönem ki adıyla Malaya topraklarına çıkan ve
ardından peyderpey ülke topraklarına ‘nüfuz eden’ İngilizlere bu gümrük
şartları uygulandı mı diye sorası geliyor.
Öyle ya, ana gümrüklerde başta Endonezya vatandaşları olmak üzere sorguya
çekilenler Asyalılar olup ortada ‘beyaz adam’ (orang buleh) olmadığına; ve
gümrük görevlilerinin “Burası Endonezya değil, Malezya” tarzında aşağılayıcı
yaklaşımları olduğuna göre, ortada yanlış giden bazı şeyler var. Bu noktada, Gümrük
Müdürlüğü, kurumun İslamizasyonuna (Islamization of Custom Management) karar
verir mi bilmiyorum ancak, kimsenin kimseden farkının olmadığının görülmesi ve
pratiğe geçirilmesi gerekiyor.
İki ülke arasında Malaka Boğazı, Sulawesi Denizi ve Güney Çin Denizi’nde
var olan sınır anlaşmazlıkları görüşülecek konular arasında geliyor. Bununla
birlikte, sınır anlaşmazlıklarının Güney Çin Denizi’ndeki Çin’in güdümünde bir
sürece maruz kaldığı gibi, benzer şekilde devasa bir problem teşkil
etmeyeceğini söyleyebiliriz. Bununla birlikte, sorunu çözme yöntemlerinin en
azından bölgedeki diğer ülkelere örnek teşkil etmesi gerekir. Endonezya’nın son
olarak Filipinler’le benzer bir sorunu masa başında halletmesi iyi bir gelişme
olarak yorumlanabilir.
Jokowi’nin gündeme getirtiği ‘denizcilik’ konusundaki politikaların
yapılandırılması konusunda, bölgeye şöyle bir göz atıldığında herhalde
Malezya’dan daha iyi bir partner bulamaz. Bu noktada, teknolojide işbirliği,
denizlerin ve su yollarının güvenliği, çevre koruma gibi askeri yapılanmadan
ziyade daha insani yönlerinin öne çıkartılacağı politikaların yürürlüğe konması
beklentisi içinde olunmalı.
İki ülke işbirliğinin bir diğer önemli boyutu ise doğal afetlerle
mücadelede yatıyor. Özellikle her yıl Haziran ayından başlayarak dört beş ay
boyunca Malezya, Singapur semalarını kaplayan duman bulutlarının sökün ettiği
Sumatra Adası’nda tüm kurumsal yaptırımlarıyla harekete geçirilmesi Jokowi’den
beklenen pratik adımlardan biri olacağına kuşku yok. Her ne kadar, Sumatra
Adası’ndaki dev plantasyonlarda veya zengin yağmur ormanlarının tarım arazisi
olarak açılmasında mülkiyet Malezya ve Singapur’dan uluslararası şirketlerin de
içinde bulunduğu gruplara ait olsa da, yasaların uygulanması Endonezya
makamlarının sorumluluk alanında. Tabii burada gene aynı konu gündeme geliyor.
O da yolsuzluk... Çevre-Orman ve Tarım Bakanlıkları yetkililerinin uluslararası
şirketlerden nemalanmaları karşısında gözlerini ‘dumanlara’ kapamaları sorunun
halledilmesi anlamına gelmiyor, aksine giderek büyüyen ve küresel bir sorun olarak
sonuç veriyor.
ASEAN bağlamında iki ülkeyi birlikte hareket etmeye zorlayacak çok daha
önemli hususlar var. Bu noktada, sadece Endonezya’nın ASEAN’ın en büyük
ekonomisi olması, Malezya’nın 2015 yılı ASEAN dönem başkanı olması gibi teknik
hususların dışında, Müslüman-Budist dünyasının buluşma noktası olarak öne çıkan
ve bugüne kadar bu bağlamda pek de ele alınmamış özelliği üzerinden sadece
Müslüman azınlıklar değil, ezilen-ayrımcılığa maruz kalan tüm azınlık
kitlelerin hak ve hukuklarının korunması noktasında, zaman zaman modellikleri,
Müslüman nüfusunun çoğunluğu gibi olgularla öne çıkartılan Malezya ve
Endonezya’nın çok ciddi ve sağlam adımlar atması gerekiyor. Bu çerçevede,
Malezya hükümeti 2015 yılı dönem başkanlığı çerçevesinde “insan merkezli ASEAN”
sloganını gündeme getirirken, herhalde başta tekil ülkeler içerisindeki
dini/etnik azınlıklar sorunları kadar, ülkeler arası yasal ve yasal olmayan
göçlere konu olan başta Arakanlılar olmak üzere tüm etno-dini azınlıkların
haklarını gözetmek ve bunu yapısal temellere oturtmak bir sorumluluk olarak
algılanmalı. Tabii bunun için de sadece hükümet binalarında üretilen
‘sloganlar’ değil, çok ciddi sivil toplum yapılaşmalarına, araştırma
kurumlarına, üniversiteler görev düştüğünü söylemek gerekiyor. Bu unsurlar
bugün ortada değilse, önce Malezya ve Endonezya bu konuda girişimlerde
bulunarak ASEAN ülkelerine öncülük etmelidir.
Jokowi’nin ziyaretinin tarihi bir anlam ifade etmesi ve Endonezya’da
oluşturmak istediği sosyo-ekonomik ve siyasi değişim süreçlerini ASEAN geneline
yayılmasını istiyorsa, yukarıda zikredilen hususlara öncelik verilmesi
kaçınılmazdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder