Mehmet Özay 29 Ocak
2015
Endonezya Devlet Başkanı Joko Widodo (Jokowi) 100. gününe ülkenin en önemli
kurumlarının birbiriyle çatışmaları arasında giriyor. Bu çatışmaları, Jokowi’ye
karşı ve taraf olan çevreler bağlamında ele alındığında Başkan’dan bağımsız
düşünmek mümkün değil. Ülkenin merkezini saran çatışma ortamı sürerken,
Başkan’ın, görünürde ‘çatışmanın’ sona erdiği sanılan ülkenin bir diğer
köşesinde yani, Açe Eyaleti’ne dair bir politikası olup olmadığını sorgulamanın
zamanı. Kimilerince abartı olarak değerlendirilse de, merkezde kurumsallaşmış
yolsuzluklar çerçevesinde süren çatışma, temelde merkezin yani, Cava
yönetiminin 1949 yılından bu yana, Açe’ye yönelik politikalarına dair de
ipuçları verdiğini ileri sürelebilir.
Jokowi’nin, Açe’ye dair politikalarının ‘olduğunu’ ortaya koyan yaklaşımı,
Başkanlık yemini ettiği 20 Ekim 2014 akşamı, özel televizyon kanalı Metro TV’ye
verdiği mülâkatta görmek mümkün. Başkan’ın, o akşam, “Endonezya Cakarta’dan
ibaret değil, Açe-Papua ve diğer eyaletler de var” minvalindeki yaklaşımında,
diğer eyaletlerden belki da daha çok Açe’yi ilgilendiren boyutlarını göz önünde
bulundurmak gerekir. Son dönemde dünyanın doğusundan batısına jeo-stratejik ve
jeo-politik gelişmelere tarihsel perspektiften bakışın artarak devam ettiğine
dikkat çekmek suretiyle, Açe’nin Endonezya Cumhuriyeti özelindeki yerini bu
anlamda değerlendirmek gerekir. O zaman, Açe’yi ülkenin Batısında ‘küçük ve
geri kalmış’ bir eyalet olarak tanımlamak yerine, aksine Açe, Hint Okyanusu’nun
tam ortasında, bir yanıyla Doğu Afrika-Arap Yarımadası/Körfez Ülkeleri ve
Hindistan’a öte yanıyla Malezya-Tayland-Singapur’a bakan vechesiyle ele almak
gerekir.
Başkan’ın bu açıklamasından kısa bir süre sonra, Açe’ye politikalarında bir
yer verdiğini gösterebileceği bir ‘imkân’ olarak tsunaminin yıl dönümü
bulunuyordu. Tsunami’nin onuncu yıl dönümü olan 26 Aralık 2014 tarihinde Açe’de
olacağını dair yapılan açıklamada bulmak mümkündü. Ancak bu önemli yıl dönümüne
sadece birkaç gün kala, Jokowi’nin Açe’ye gelmeyeceği belirtildi. Bu görev,
onun yerine Başkan Yardımcısı ve Barış sürecinin önemli mimarları arasında adı
geçen Yusuf Kalla’ya düştü. Tabii, Jokowi’nin tsunami yıldönümünde Açe’ye
ziyareti iptal etmesiyle, Açe’ye dair politikaları olmadığını söyleyerek
kestirip atmak istemiyorum. Aksine konuyu biraz ‘deşmekte’ fayda var.
Öncelikle, bu gezinin iptalinin Jokowi’nin Açe politikası olmadığı şeklinde
yorumlamak için henüz erken. Ancak bunun önemli bir süreci başlatmada geri adım
olduğuna kuşku yok. Burada şunu açık seçik ifade etmek gerekir. Ulusal
politikalarda Açe’ye önem verilip verilmeyeceği meselesi, sadece büyük bir
çoğunluk tarafından ülkenin ‘en batı ucunda’ bir Eyalet olarak
değerlendirilerek küçümsendiği izlenimi verilen bu topraklarla sınırlı değil.
Açe’de olup biten veya olmayan her şey merkezi yakından ilgilendirmektedir.
Bu bağlamda, Jokowi’den önce Açe’de neler olup bittiğine çok kısa olarak
değineyim. Açe’de 15 Ağustos 2005 tarihinden bu yana var olan barış ortamının
ardından Eyalet’teki siyasi değişimler çerçevesinde ülkenin diğer bölgelerinde
görülmeyen yeni uygulamaların ülke adına bir ‘başarı’ olarak kayıtlara
geçirilmişti. Bu başarı, diğer eyaletlerde -en azından gelişmeleri izleyebilen
kesimlerce- merkezden benzer taleplerin gelmesine neden olmuştu. Örneğin,
Açelilerin valilerini seçmeye başlamaları; Eyalet parlamentosunda yerel
partilerin temsil edilme hakkını kazanması; Açe geleneğinde önemli yeri olan ve
geleneksel anlamda Açelileri temsil makamında olan ‘Wali Nanggroe’ kurumunun
yeniden hayata geçirilmesi; din, eğitim ve kültür gibi etnik yapıları doğrudan
ilgilendiren meselelerde Açelilerin kanun yapmaya varan imtiyazlara
ulaşmalarını saymak mümkün. Açe’deki bu yapılaşma Jokowi’nin elini güçlendiren
unsurlar olarak dikkat çekiyor. Çünkü Açe, kemikleşmiş bürokrasi ve yönetim
tabakalarına sahip bir ülkede yeni siyasi anlayışların hakim olabileceğinin en
iyi resmini ortaya koyuyor.
Bunun ötesinde, Jokowi’nin seçim manifestosunda ortaya koyduğu “yolsuzluklarla
mücadele”, “denizcilik”, “alt yatırımların hızla hayata geçirilmesi”, “dış
yatırımların önünü açacak yasal değişikliklerin bir an önce uygulama konması”
gibi hususlar, aslında Başkan’ın ulusal çapta girişilecek reform çabalarında
Açe’yi öncellemesinin de açıkçası bir nedenini oluşturuyor. Bunun nedeni son
derece basit. Açe, 2004 yılına tsunami gibi büyük bir yıkımdan çıktı. Ardından
gelen küresel yardımlarla kuzey-batı sahil şeridindeki şehirler yeniden inşa
edildi. Bu inşa süreci, tüm aksaklıklarına rağmen, bir model olarak ortada
duruyor.
Öte yandan, Başkan’ın yukarıda zikredilen manifestosunun ana başlıkları
çerçevesinde aradan geçen on yıllık süre zarfında Açe’de nelerin ‘değişMEdiğinin’,
‘değiştirilMEdiğinin’ hesabının da kolaylıkla yapabileceği bir gözlem süreci,
bilgi ve tecrübe de ortada duruyor. Hiç kuşku yok ki, bunların en başında,
‘öncü bir İslam toprağı’ sayılan Açe gibi bir beldede, tüm kurumsal
yapılanmasıyla ‘yolsuzluklar’ zincirinin nasıl ortadan kaldırılabileceği konusu
geliyor. Sadece bürokratik yapıda birkaç memuru değil, eğitimden sağlığa, dini
kurumlardan yüksek öğretim yapılarına, yerel yönetimden merkezle ilişkilere
kadar toplumsal yaşamın neredeyse tüm ağlarında kendini ortaya koyan yolsuzluk
bir kangren olarak Açe toplumunu kemirmekle kalmıyor, içinde yer aldığı siyasi bütün
yani, Endonezya Cumhuriyeti’nin de nasıl benzeri süreçlere konu olduğunu
geçtiğini gözler önüne seriyor.
Bu bağlamda, örneğin Jokowi’nin seçim manifestosunun en üst sıralarında yer
alan yolsuzlukla mücadeleye, laboratuar olma özelliğini halen sürdüren bu
beldeden başlatması yerinde olur(du). Açe’nin bir yandan ‘İslami’ referansları,
geçiş toplumu özelliği taşıması, genç ve dinamik nüfusu gibi özellikler
yolsuzluk illetinin üzerine gidilmesinde eli kuvvetlendirecek unsurlar olarak
mevcudiyetini koruyor. Yolsuzlukların üzerine gidilmedikçe, ne alt yapının, ne
dış ticari yatırımların imkânlarını ve etkilerini hakkıyla toplumun tüm
kesimleri üzerinde görmek mümkün. Kaldı ki, Açe’ye -en hafif tabirle söylemek
gerekirse- hoş gözle bakmayan çevrelerin, bu Eyaletle özdeşleşen İslami anlayış
ve uygulamaları son derece kısır bağlamları ile ulusal ve uluslararası
çevrelere aksettirme arzu ve çabalarını da göz ardı etmemek gerekir.
Aslında bu uygulamalara tastamam İslam Hukuku demek yanlış olur. Çünkü
uygulama sahası dar ve belli bir toplumsal kesimi hedef almasıyla ön yargılı
olduğu söylenebilecek bu pratiğin, Açe’yi ülke genelindeki halklar ve de
uluslararası kamuoyu önünde en azından pasifize etme amacıyla kullanıldığını
söylemek bile mümkün. Tabii, İslam Hukuku dendiğinde ilgileri cezbeden işin
karalama boyutu oluyor. Bu noktada, Eyalet’teki sözde İslam hukuku
uygulamalarının, cinsellik eksenli takıntılarla ve bazı savunmacı söylemlerle
sınırlı anlayışın, karikatürize edilmeye açık bir uygulama olarak ortada
durduğunu görmek gerekir. Burada yaklaşım, bu tür uygulamaların önüne geçmek
değil, Açe’yi elde hazır bir imkân olarak görüp, İslami uygulamaları tüm ulusal
ve de benzeri toplumlar için bir model statüsüne çıkartabilecek çalışmalar
yapmak şeklinde tezahür etmeli.
Bu noktada, Jokowi hükümetinin Açe’deki İslam Hukuku uygulamasına ne denli
müdahale edebileceği kuşkulu. Ancak bu hiçbir şey yapamayacağı anlamı
taşımıyor. Merkezi hükümet olarak, bu Eyalet’teki uygulamalara çeki düzen
verebilecek insan ve maddi alt yapının tesisi noktasında Açeli
alimler-akademisyenler ve geleneksel liderlerin katılımıyla sorunu tespit ve
çözümü konusunda kafa yorucu çalışmalara ön ayak olabilir. Veya bir başka
bağlamda değerlendirildiğinde, İslamın temelde bir toplumda ‘adalet’ olgusunu
öne çıkardığından hareketle söylemek gerekirse, İslam Hukuku’nun: a) mevcut
uygulama alanının toplumun tüm kesimlerini kapsayacak şekilde genişletilmesi;
b) Endonezya’nın farklı eyaletlerine ve de dünyanın benzeri toplum yapılarına
sahip bölgeleri için bir ‘model’ oluşturulmasına katkısı dikkate alınmalıdır. Bu
çerçevede, Açe İslamı’nı ne Cava tandaslı ne Malezya’nın Kelantan Eyaleti’ndeki
ve ne de Brunei ‘Sultanlığı’nın (!) icraatları kıskacına almak Açe tarihine
hakaret olduğunu önce Açelilerin, ardından bu toprakların değerini bilenlerin
görmesi gerekir.
Buradan, sadece
Jokowi’nin değil, daha başkanlığından bir yıl önce, Çin Devlet Başkanı Xi
Jinping’in 2013 yılında yaptığı Endonezya ziyaretinde gündeme getirdiği tarihi
‘Deniz İpek Yolu’ projesini bağlamında Açe’nin yerini kısaca ele almak gerekir.
Bu noktada, Açe Eyaleti’nin, sahip olduğu jeo-stratejik ve jeo-ekonomik
özellikleri, dün Açe’yi dünya tarihinde nerelere taşıdığıyla anlaşılabilir. Bu
noktada, Jokowi’nin Açe’ye gelerek başta Açeliler olmak üzere tüm ulusa, Arthur
Schopenhaur’un “bir ulus ancak tarihi/geçmişi vasıtasıyla bilince varabilir”
sözünü hatırlatması beklenirdi. Bugün
potansiyel bir nitelik taşıdığı gözlemlenen jeo-ekonomik ve stratejik
özelliklerine rağmen, Açe tsunami sonrasında ortaya çıkan potansiyeli değerlendilebilmiş
değil. Oysa çok daha erken dönemlerde Weh Adası gibi Bengal Körfezi, Andaman Denizi,
Hint Okyanusu, Malaka Boğazı’nın tam ortasındaki bir adanın ‘serbest ticaret bölgesi’
yapılmasına rağmen, Cava yönetiminin siyasi oyunlarıyla bu olanaktan zamanla mağdur
edilmesi, tsunamiden sonra ne Sabang Limanı ve Kreung Raya ne de Melaboh ve Kreung
Kuku limanlarının uluslararası statülerine kavuşturacak ve işlevsel hale getirecek
alt yapı çalışmaları yapılabildi. Limanları, havalimanı, geniş ve zengin hinterlandı
ile Ortadoğu’ya, Arap Yarımadası’na, Hindistan’a, başta Malezya-Singapur ve Tayland
olmak üzere ASEAN ülkelerine açık bir coğrafya olan Açe, Başkan’ın geçen Kasım ayında
Çin’in başkenti Beijing’de yayılan APEC toplantısındaki vurguları hak eden bir Eyalet.
Tsunaminin yıl dönümünde Açe’yi ziyaret etme fırsatını kaçıran Başkan’ın en kısa
sürede Açe’yi ziyaret etmekle kalmaması, öncü icraatlara imza atacak plân ve projelerle
Banda Açe’ye gelmesinde yarar var.