Mehmet Özay 8 Ağustos 2014
8 Mart’ta Malezya Havayolları’na ait bir uçağın kaybolmasının ardından 17
Temmuz’da Ukrayna’nın doğusunda Donetsk’de düşürülen uçak Malezya’da tam bir
şoka neden oldu. İlk uçağın akibeti bir yana, somut bir tek bulgunun bile
ortaya konmadığı ve ailelerin acısı dinmemişken, ikinci bir vak’a haberi
oldukça sarsıcıydı. Özellikle bugüne kadar hiçbir havayolu şirketi dört ay gibi
çok kısa aralıklarla iki uçağını birden kaybetmemişti. Bu iki uçak kazası
havacılık sektörü, ulusal ve uluslararası güvenlik, dış politika, ekonomi vb. oldukça
farklı bağlamlarda araştırılmayı hak edecek boyutlarda. Aynı zamanda, bu iki
vak’a çok farklı açılardan dünya havacılık tarihine çoktan girdi bile.
Ancak bununla birlikte, her iki kazaya dair belirsizlik devam ediyor.
Birinci kazanın ardından yirmialtı ülkenin katıldığı arama faaliyetlerinden
sonuç alınamamakla birlikte, Malezya hükümetinin ‘uçağı mutlaka bulacağız’
açıklamasının bir devamı olarak bugünlerde hazırlıkları tamamlanmakta olan
ikinci süreç başlayacak. İkinci kaza ile birlikte ise, Malezya epeyce yabancısı
olduğu bir jeo-politik çekişmenin odağında buldu kendini. İlk saatlerden şu ana
kadar, Malezya yönetiminden ‘bizi jeo-politik anlaşmazlıklarınıza alet
etmeyiniz’ açıklaması yapılsa da, açıkçası Malezya şu veya bu şekilde tam da bu
anlaşmazlığın ortasında yer alıyor.
İlkinin aksine, bu sefer bizzat Başbakan Necib Bin Razak’ın inisiyatifi ele
aldığına tanık olundu. İlk kazanın ardından gerek ülke içinde gerekse,
yolcuların çoğunun Çinli olmasından dolayı Çin resmi makamlarından gelen tepkilerle
zor durumda kalan hükümetin, bu sefer nasıl müdahale edeceğini açıkçası iyi
tespit ettiği söylenebilir. Başbakan’ın girişiminin ne olduğuna kısaca
değinelim. Necib bin Razak, önce ABD, ardından Rusya Devlet Başkanları olmak
üzere Ukrayna, Hollanda, Avustralya başkan ve başbakanlarıyla görüştü. Bu
görüşmelerin içinde biri vardı ki, o da ayrılıkçı liderlerden Alexander Borodai’ydi.
Başbakan’ın Borodai’yle doğrudan telefon teması kurması, bugüne kadar nasıl
gerçekleştirildiğine dair herhangi bir açıklamanın vaki olmadığı bir
gelişmeydi.
Birkaç gün içerisinde Borodai’ya ulaşılması ve akabinde ortada bir
‘anlaşmadan’ bahsedilmesi sadece Malezya’da değil, konuyla ilgilenen tüm
ülkelerde süprizle karşılandı. Öyle ki, bu girişim, bugün artık bir iç savaş
olduğu konusunda görüşlerin serdedildiği Ukrayna’nın doğusunda ve Ukrayna
makamlarınca ‘terörist’ olarak adlandırılan grubun veya gruplardan birinin
lideriyle yapılması uluslararası ilişkiler boyutuyla dikkat çekiyordu. Başta
bazı batılı ülkeler ve Ukrayna olmak üzere bu girişimin pek de ‘hoş’
karşılanmamış olması bundan dolayıydı.
Malezya Başbakanı’nı bu tür bir iletişime sevk eden ise, mutlak anlamda bir
‘insani’ duruştan kaynaklanıyordu. Yani, birinci uçak vak’asında özellikle
hayatını kaybeden yolcu ailelerinin baskısını yakından tecrübe eden Başbakan
Necib bin Razak, bu sefer ilk andan itibaren performansını ‘cesetlerin bir an
önce ailelere ulaştırılması’ konusuna yoğunlaştırdı. Bu nedenle, adına terörist
dense de, ayrılıkçıların liderine ulaşma konusunda bir tereddüt yaşadığını
söylemek güç. Malezya, bu konuda savunusunu ‘biz bu jeopolitik savaşın
dışındayız’ mesajının yanı sıra, dış ilişkilerde izlediği ‘tarafsızlık’
politikasının da kayda değer bir yeri bulunuyor. Bir başka coğrafyada süregiden
jeopolitik kutuplaşmada Malezya’nın bir dahli ol/a/mayacağı gibi, uçağın kim/kimler
vasıtasıyla ne amaçla düşürüldüğünü sorgulama ve bu minvalde bir yerleri hedef
gösterme çabasında olmamasının ardında, kimi yetkililerin de açıkça dile
getirdiği üzere Malezya’nın küçük bir ülke olmasından kaynaklanıyor. Başbakan’ın
Borodai’yla yaptığı görüşme üç madde üzerine kuruluydu: Cesetlerin iadesi; Kara
kutuların tahribata uğramadan teslimi ve uçağın düşdüğü bölgede uluslararası
araştırma ekibinin çalışmasına olanak tanınması. Bu haberden birkaç gün sonra
-eksik de olsa- cesetlerin ve iki kara kutunun iadesi bir anda Başbakan’ı dünya
gündemine oturttu.
Ülke içerisinde ise akademisyenler, stratejistler arasında tartışılan bu
girişimin ardında iki temel prensibin yattığı belirtiliyor: ilki pragmatiklik,
ikincisi ise ilkeli duruş. Hayatını kaybeden yolcu yakınlarının bir an önce
cesetlere ulaşmasına olanak tanıyacak pragmatik bir tutum; Ukrayna-Rusya
yanlısı ayrılıkçılar ve -büyük ölçüde de- Rusya’yı hedef almayan ilkeli bir
‘duruş’. Kimileri ise Başbakan’ın girişimini Malezya dış ilişkilerinin temeli
kabul edilen ‘tarafsızlık’ ve ‘denge’ politikasını hatırlatmayı yeğledi. Tabii
bu iki maddenin yerine gerilişine karşılık, üçüncü maddenin yani uluslararası
heyetin uçağın düştüğü bölgede arama faaliyetlerinin bütünlüklü ve sonuca
ulaştıracak bir şekilde gerçekleştiril/e/memiş olması dikkat çekiyor. Ancak, henüz
kimse bu başarısızlık veya olumsuzluk üzerine görüş beyanında bulunmuyor.
Tam da bu noktada, iki uçağını birbiri ardına kaybetmiş bir ülkenin her iki
kazayla ilgili belirsizlikler tuzağına ‘çekildiği’ görülüyor. Dış
politikasındaki tarafsızlık ilkesi, dengeli politikalar elbette rasyonel
temellere dayanıyor. Bunların arasında ülkenin uluslararası arenada
oynayabileceği, bir tür gücünü sergileyebileceği yapıda olmamasının azınsanmayacak
bir yeri var. Görüştüğüm kimi stratejistlerin dile getirdiği gibi, her iki
vak’ada da birtakım güçlerin Malezya’yı ‘hedef’ aldığını gündeme getirmek işte
bu nedenle mümkün gözükmüyor. Bunu mümkün kılan tek kişi olsa olsa Dr. Mahathir
Muhammed olurdu ve o da ilk uçak vak’asından sonra sosyal medya üzerinde kısmen
tartışılan bir hususu açıklıkla dile getirme cesareti gösterdi.
Yukarıda bahsettiğim ‘belirsizlik’ iki uçağın da kayboluşu/düşürülüşü
konusunda bir bilginin mevcut olmaması. İkinci uçak vak’asından bu yana pek
fazla süre geçmemiş olması, araştırmaların şu veya bu şekilde devam ediyor
oluşunu dikkate alarak temkinli konuşmak mümkün. Ancak, konuya taraf olduğu
aşikar olan iki ülkenin, yani Ukrayna ve Rusya Büyükelçileri ile yaptığım
görüşmelerde birbirini suçlayan ifadeler ile birilerinin kimi nedenlerle
Malezya’ya ders vermek isteyebileceği görüşünü birleştirdiğimizde vak’alaraın
belirsizliğe terk edilebileceği ihtimaline kapı aralanıyor. Ortada biraz
‘Amerikancı’ duruşun başat olduğu dikkate alınarak herkesin uçağın
düşürülüşünden sonra ABD makamlarının işaret ettiği noktanın doğruluğuna
inanılacağı gibi bir düşünce hasıl olabilir. Ancak kimi çevreler bu durumda
ABD’nin bizzat kendisinin maruz kaldığı ve bazı ülkeleri maruz bıraktığı
gelişmelerde ‘işaret edilen sözde ‘gerçekliklerin’ zamanla olmadığına tanıklık
edilmesinden hareketle bu sefer temkinli olmayı yeğliyorlar. Bununla birlikte,
bu tutum, temelde Malezya’yı hedef aldığını düşündüğüm ‘belirsizlikler’
tuzağına biraz daha yaklaştırmaya da hizmet ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder