Mehmet Özay 16 Ağustos 2012
15 Ağustos tarihi Helsinki Barış Anlaşması'nın yıldönümü. Bunu bir
tarafa not edelim unutmamacasına... Açe'nin hangi badirelerden sonra bu
safhaya geldiğini görmek ve anlamak için önemli bir tarih ve dönüm
noktası. Son birkaç haftadır Arakan'a yoğunlaşan ilginin önemine kuşku
yok. Ancak Açe'yi ıskalayanların Arakan'ı anlamalarını beklemenin güç
olduğunu da vurgulamak gerekir. Bu nedenledir ki, uzunca bir süredir
Güneydoğu Asya'ya geniş perspektifle yaklaşmayan her türlü bakış,
kusurlu ve de hatalıdır diyoruz. Bu bağlamda, bölgenin yeni keşfedilen
"zulüm sahrası" Arakan'da ne tür istikrarlı, kalıcı, yapıcı gelişmelerin
olacağını hep birlikte tanık olacağız. Ancak şunu unutmayalım... Biz
zaten Güneydoğu Asya'da değil miydik? Açe daha mı az kırılgandı
Arakan'dan? Açeli daha mı az ızdırap çekmişti merkezi hükümetinden? Öte
yandan, niçin Arakan'ı yeni hatırlıyor muşuz gibi yapıyoruz?
Hatırlanacak daha başka beldeler var mı Güneydoğu Asya'da? gibi daha pek
çok soru cümlesini sıralayabilirim. Elbette karşılaştırmalı bir çalışma
yapmak gerekir, ancak bu metin böyle bir olanağa elvermiyor. Yukarıdaki
soruları ise, sadece bir hatırlatma babında gündeme getiriyorum, kafa
yormak isteyenlere.
Öyle zannedildiği gibi birkaç on yıl değil, yaklaşık 130 yıl süren
Açe mücadelesini umursamazlıkla ele alıp, yapılanları tsunaminin
"görece" dar sahasına sıkıştırmak tarihe ihanettir. Açe'yle
ilgileniyormuş gibi yapıp, başka işler peşinde koşmaksa olsa olsa
kendini kandırmacadır. Şayet Açe Savaşı ve de Barış'ı her yönüyle masaya
yatırılmamışsa, bunu Arakan'da ya da bir başka belde de yapılmasını
beklemek biraz değil, oldukça zor. Açe ki, bize "çok yakın" duran bir
beldeydi, ancak bu yakınlığın doğurduğu ilgi "mitsel" anlayıştan öteye
de geçmedi ve geçmiyor.
Bugün Helsinki'yi konuşurken elbette Açe'nin tüm Hint Okyanusu ve
Güneydoğu Asya muvacehesinde önemine vurguyu sürekli göz önünde tutmakta
fayda var. "Acaba Açe'de ne yaptık, ne yapıyoruz, gelecekte bir şey
yapacak mıyız?"
Tsunami elbette önemli bir hadiseydi, bizim dışımızda, insanlığın
dışında bir hadise ve Açe'nin kaderi üzerinde son derece belirleyici bir
gelişmeydi. Burada, hemen Açelilerin neler yaşadıkları ve bu doğa
hadisesinin akabinde neler hissettiklerine dair kısa bir hatırlatmada
bulunayım. Yazdık, ancak çabuk unutuyoruz. Açeliler, "tsunami bir şey
değil, Rahmet'ten öte. Ondan öncesinde yaşadıklarımızı görseydiniz"
dediklerini hiç mi hiç unutmamak lazım... Gelelim Helsinki
Anlaşması'na...
Helsinki Anlaşması'nı en azından, birbiriyle çelişir gibi gözükse de,
iki bağlamda ele almakta fayda var. Birincisi Açe'yi küresel ölçekte
sahneye çıkartan ve kendilerinden gaspedilmiş insanlık onurunu Açelilere
yeniden kazandıran bir süreç olması bakımından büyük bir tarihi
gelişmedir. İkincisi ise, Açe'nin uzun yıllar verdiği bağımsızlık
imkânını ortadan kaldıran bir anlaşmadır.
Özellikle ikinci hususla ilgili şu tespitte bulunalım. Anlaşmaya
giden süreçte ortaya konması gereken bir fedakarlık varsa -ki vardı-,
bunu Açe Özgürlük Hareketi yapmıştır. Bunun doğruluğunu sınamak için şu
soruma cevap verebilirsiniz. Tsunami'den kaç gün sonra Açe dünya
gündemine geldi? Merkezi hükümetçe yok sayılmış Açe, yokluğa terk
edilmiş Açeliler nasıl 'gecikmeli olarak' hatırlandı? O dönem, yeni
başkan'a (SBY) ve kurulan hükümete rağmen, 2003 yılında Megawati'nin
ordu yığınağı 2004'te de Açe'yi boğmaya devam ederken, üstüne bir de
doğal afetin gelmesi, yıllarca dışardan hiçbir Allah'ın kulunun
girmesine izin verilmeyen bu beldedeki moral, sosyal, siyasi ve de
mücadele ruhunda yaptığı tahribatı düşünelim.
Temelde bu anlaşma, otuz yıla varan ve binlerce kişinin ölümüyle, bir
o kadarının işkenceye maruz kalmasıyla sınırlı olmayıp, Açe'nin
onyıllar içerisinde Cakarta'nın şu ya da bu şekilde gerçekleştirdiği
toplumsal ve ekonomik kalkınma hamlelerinden neredeyse hiç nasibini
almamasına neden olan bir sürecin sona erişidir. Veya şöyle de
okuyabiliriz: Cakarta'da 1998'de sona eren Suharto'nun 'Yeni Düzen'
politikasının Açe'de nihayete erişidir 15 Ağustos 2005 ve de 'Yeni
Açe'nin hayata geçirilişinin başlangıcı... Anlaşma maddelerine göz
atıldığında, aslında Açe'nin orta ve uzun vadede her türlü açılımına
kapı araladığı da görülür. Bununla birlikte, bu anlaşma "her şeydir"
çıkarımında bulunmanın yanılsatıcı olacağına kuşku yok. Ne demek
istiyoruz? Anlaşma metninde de belirtildiği üzere, Açe yönetim
yapılanmasını belirleyecek yegâne karar organı Açe Eyalet Parlamentosu
işaret ediliyor. Ancak sorun ya da çözüm de biraz burada başlıyor.
Açe'de siyasi yönetimi yapılandıracak ve Anlaşma Metni'yle uyumlu
yasalar henüz tam anlamıyla çıkarılmış ve hayata geçirilmiş değil henüz.
Geleneksel Açe toplum yapısında siyasi ve de sosyal bir değeri ve
önemi olan "Wali Nanggroe" unvanını taşıyan Teungku Malik Mahmud, daha
geçen gün, Açe Parlamentosu'nun, LoGa/UUPA (Undang Undang Pemerintah
Aceh) adıyla bilinen Açe Yasası'nı bir an önce tamamlanmasını dile
getirirken, elbette her günün altın değerinde olduğunu ve gecikmelere
Açe'nin tahammülü olmadığını dolaylı olarak vurguluyor. Çünkü söz konusu
bu yasa, Açe'nin anlaşma metninde yazılı haklarını gündelik yaşama
yansıtacak araç konumunda da ondan. Öyle ki, 2006 yılında o dönem, -ki
aralarında sözde İslamcı partilerinde bulunduğu- ulusal partilerin
güdümündeki Açe Parlamentosu'nda çıkartılmış olan Açe Yasası
(LoGA/UUPA), Barış Anlaşması metniyle çelişen bazı maddeleri de
içermektedir. Söz konusu bu maddeler, Açe Valisi ve özellikle de
Parlamentosu'nu saf dışı bırakıp, karar mekanizmasını Cakarta'ya
endekseleme uğraşının bir sonucudur. Bugün Tgk. Malik Mahmud'un şu anki
Parlamento'ya çağrıda bulunuşu işte bu aymazlığı düzeltecek girişimlere
kapı aralamak içindir. Öte yandan, Tgk. Malik, bir yandan Açe halkının
bu anlaşmanın kıymetini bilmeye davet ederken, öte yandan, merkezi
hükümete gönderme yapmaktan da geri kalmıyor.
Öteden beri söyleyegeldiğimiz üzere, Açe nesline tarihi bilinç
vermeyen, bu anlamda dilini, kültürünü, dini ve siyasi algısını
kuvvetlendirmeyen bir eğitim politikası ne kadar zararlıysa, yeni neslin
Helsinki Anlaşması'ndan bihaberliği de o denli kabul edilemez. Bu
nedenledir ki, Tgk. Malik niçin bu gelişme yeni nesle aktarılmalı
sorusunun ardından cevabını veriyor: "Bu anlaşmanın Açelilerce
anlaşılmaması, şartlarının birer birer yerine getirilmemesi bizi 'Lamteh
Anlaşması'na geri götürür. Yani Lamteh'de anlaşmaya varılmasına rağmen
uygulamaya konulmamış ve sorun yeniden nüksetmiştir."[1] Bir yandan da
anlaşma sürecinde yapıcı katkısından ötürü Endonezya Devlet Başkanı
Susilo Bambang Yudhoyono'ya (SBY) gönderme yapıyor Tgk. Malik. Aslında
bu gönderme, görev süresi 2014'de sona erecek başkanın ardından, yerine
bir ultra-Cava milliyetçisinin gelmesi ihtimalinden doğan kaygıdan
besleniyor. Öyle ki, zaten metnin yorumlanmasında mevcut sıkıntılar
varken, üstüne üstlük bir de bile-isteye "ulusal yasama" bağlamında
Helsinki Anlaşması'nı yok sayacak veya saydırılacak girişimler hayra
alamet olmayacaktır. Tgk. Malik, ayrıca, otoritelere bir kez daha
çağrıda bulunarak, merkezi hükümetin ilgili birimlerini Anlaşma metninin
ne kadar uygulandığını incelemeye davet ediyor. Bunun, aynı zamanda,
topluma kazandıracağı bir değer de olduğunu vurgulayarak.
Yedinci yılına girmesine rağmen, özellikle genç nesil arasında
Anlaşma'ya dair bir bilinç geliş/tiril/e/memiş olmasının farklı
boyutları yok değil. Yeni neslin Anlaşma'ya bu türden konumlaşındaki
sıkıntı çeşitli kesimlerce dile getiriliyor. Örneğin, Helsinki'de beş
kişilik Açe görüşme heyetinde yer alan ve kendisini zaman zaman ziyaret
ettiğim kıymetli insan da bu husus üzerinde ısrarla duruyor diyor ki:
"Genelde, bu anlaşma barış getirdi ve önemli bir metin. Ancak toplumda
içeriğine dair bir bilgi ve bilinç henüz hasıl olmadı." Bu ve benzeri
kaygıları pek çok kişiden duymak mümkün. Bunda değişik faktörleri göz
önünde bulundurmak gerekir. Tsunami öncesinde merkezi hükümet,
"ulus-devletçi" zihniyet kodlarını etnik unsurlar üzerinde, özellikle de
Açe etnisitesi üzerine alabildiğine boca etmesi, Açe genç nesilleri
üzerinde kimlik krizine ve tarih bilinci yoksunluğuna zaten zemin
hazırlıyordu. Buna ilâveten, özellikle, Açe'ye tsunami sonrasında gelip
yerleşen ve Açe'ye ve Açelilere önyargılı -her türlüsünden- Cavalı ve
dışarlıklıların yeni nesil üzerinde çeşitli toplumsal araçları
kullanarak gerçekleştirdikleri kültürel erozyonun rolü unutulamaz. Ve
özellikle bu konuda ısrarla Cava kültür havzasında yetişmiş olanlarla ve
bu havzaya özgü yapısal unsurlarla iş tutanları da göz ardı etmeyelim.
[1]Lamteh Anlaşması, 1953-65 yıllarındaki Dar'ul Islam/Endonezya
İslam Devleti (DI/TII) hareketini sonlandıran; Açe Özerk Yasası olarak
da bilinen ve din, eğitim ve kültür alanlarında Açe'ye özerklik veren,
ancak hayata geçirilmeyen anlaşma.
http://www.dunyabulteni.net/index.php?aType=haber&ArticleID=223092&q=mehmet+%C3%B6zay