Mehmet Özay 03.09.2022
Şehirlerin gelişiminde ait olduğu kültür ve medeniyet evreninin belirleyiciliği ile üzerinde yükseldiği coğrafyanın ve iklimin önemli payı bulunmaktadır.
Kültür ve medeniyet insan ürünü
özellikleri ve yapılaştırıcı kuvvesiyle dikkat çekerken, coğrafya ve iklim ise
verili ve bir anlamda zorunlu bir belirleyiciliğiyle öne çıkmaktadır.
Malezya’nın başkenti Kuala
Lumpur, kuruluş bağlamında geçmişi yüzyıllar öncesine dayanmamakla birlikte,
ait olduğu Malay dünyası kültür ve medeniyeti içerisinde kendine özgü
yapılaşmasıyla dikkat çekmektedir.
Bu iki temel durum yani, kültür
ve medeniyet ile coğrafya ve iklim dikkate alındığında, Kuala Lumpur’un öncelikle
coğrafyanın sağladığı doğal/yer altı zenginliklerinin üretim süreçlerine
evrilmesiyle birlikte, bir şehir olarak ortaya çıktığı görülür.
Daha önce de bir yazı da dile
getirdiğim üzere, şehre adını veren Çamurlu Nehir (Kuala: Nehir; Lumpur: Çamurlu) ilk etapta sanki
olumsuz bir ifadeyi içinde barındırsa da, aslında bunun tam tersi bir anlam
içerdiği gibi, şehrin geçmişinde de önemli işlev görmüştür.
Söz konusu nehri ve kollarını
çevreleyen yükseltiler, dağlık bölgeler özellikle, kalay başta olmak üzere
çeşitli maden kaynaklarıyla öne çıkarken, 19. yüzyıl şartlarında giderek
belirgin bir hâl alan sömürge idaresinin çeşitli yatırım araçlarıyla ve bu
sürece eklemlenen dışarlıklı göçmen kitlelerinin varlığıyla, Malay
Yarımadası’nın kuzey-güney istikametinde Malaka Boğazı’na paralel uzanan,
bölgenin neredeyse tam ortasında yeni bir şehrin gelişimine yol açmıştır.
Endüstriyel şehir
Şehrin kuruluşuna dair bu süreç
ortada, bölgenin asli unsuru olan Malay kültür ve medeniyetine dair
hususiyetler konusunda bir sorgulamayı da gizli-açık gündeme taşımaktadır.
Bu noktada, Kuala Lumpur’un,
dışarlıklı göçmen çevrelerinin öncülüğünde ve doğal kaynakların endüstriyel
üretime konu olacak tipik bir modern şehir hüviyetini taşımasının başat bir
gelişme olduğuna kuşku yok.
Bununla birlikte, bu sürecin
ardından gelen Malay kültür ve medeniyetini öne çıkaran yapılaşmasının şehre
sonradan kazandırılması bir eksikliği değil, aslında hakiki unsurların
tamamlayıcılığı şeklinde değerlendirmek mümkün.
Aksine, 19. yüzyıl ortalarında kurulduğu
dikkate alındığında, Kuala Lumpur’un yüz elli yılı aşkın varlığını ve özellikle
de, 1957’den sonraki süreçte kazandığı görünürlüğü Malaka, Penang, Cohor Bahru,
Alor Setar, Pekan, Muar, Kota Bharu vb. gibi kadim Malay kültür ve medeniyet
şehirlerine ilâve olarak, modern dönemdeki gelişmelere paralel olacak şekilde
Malaylılık, bir başka deyişle Malay kültür ve medeniyet unsurlarının, yeni bir
şehrin gelişimine verdiği katkı anlamında değerlerdirmek gerekir.
Coğrafya ve iklim
Yukarıda dikkat çekilen özelliğe ilâve olarak, şehrin coğrafi ve iklim hususiyetlerinin göstergeleri olan unsurların, şehrin neredeyse her cadde ve sokağında karşılık bulan doğal görünümleri, bir modern şehir ile doğal ortamın biraradılığını simgelemenin ötesinde capcanlı gözler önüne sermektedir.
Şehrin kuruluş sürecinde Pahang
Sultanlığı bölgesindeki dağlık alanlarla çevrili Gombak ve Klang vadilerinin
belirleyiciliği dikkat çeker.
Öyle ki, Malaka Boğazı’na ulaşan
nehirlerin, içinden geçtiği vadilerdeki madencilik faaliyetleri ve bu sürecin
tetiklediği tüm yan iş kollarıyla birlikte, bölgede nüfus yapılaşmasını her
yönüyle etkilemiş ve bu anlamda, gayet geniş bir çeşitliliğin oluşmasına yol
açmıştır.
Bu noktada, bölgedeki nehirlerin
şehrin kuruluşundaki başat konumu, ulaşım, temizlik vb. gibi gündelik işlevsel
boyutları kadar, şehrin kendinde estetiğinin oluşmasında da sürdürülebilir bir
nitelik arz etmiştir.
Bugün bu nehirlerin, söz konusu
bu işlevleri ne denli ortaya koydukları tartışmalı olsa da, yer yer
görünürlükleri engellenmiş olsa da, fiziki varlıklarıyla hâlâ şehrin kenar
bölgelerinden atardamarlarına uzanarak potansiyel değerlerini korumaktadırlar.
Şehir ve yönetim
Bu bölgenin bir yandan, Selangor
Sultanlığı öte yandan, Pahang Sultanlığı sınırları arasında kalması, bugün dahi
gözlemlendiği üzere şehrin kayda değer bölümü Selangor Sultanlığı sınırlarında
yer almaktadır.
İdari yapılanma noktasında
yaşanan reformlar neticesinde Kuala Lumpur bölgesi özel yönetim bölgesiyle,
kendine has bir niteliği de ortaya koymaktadır.
Böylece başkent Kuala Lumpur
aslında, doğal olarak birbirinden ayrılması mümkün olmayan coğrafi yapısına
karşın idari sebeplerle ayrıştığı görülmektedir.
Yazının girişinde dile
getirildiği üzere şehirleri öne çıkaran, ait oldukları kültür ve medeniyet
hususiyetleriyle, üzerinde yükseldikleri coğrafya ve iklim olması, Kuala
Lumpur’da her haliyle gündelik yaşamda sıklıkla ve doğrudan karşılaşmaya
elverir bir özellik taşımaktadır.
Şehrin merkezini oluşturan Klang
Vadisi, ulusal ve uluslarüstü şirketlerin yönetim merkezleri, yüksek-öğretim
kurumları başta olmak üzere, her türünden özel ve kamu kuruluşlarına ev
sahipliği yapmaktadır.
Bu bölge, hiç kuşku yok ki,
şehrin 1970’ler gibi benzeri ülkeler başkentlerinde olduğu üzere, dönemin
karakteristik özelliği olan modernleşme evresinin hızlandığı süreçte gündeme
gelen yapılaşması, aynı zamanda şehre kimlik kazandırma düşüncesinin de ortaya
çıktığı bir dönem olarak dikkat çeker.
Aslında bu dönem, düşünce ve
bilim anlamında, yüksek öğretim kurumları bağlamında Malay kültür ve
medeniyetini öne çıkaran üniversiteleri, akademileri, müzeleri vb. kurumları
birer birer ortaya çıkarırken, birincil anlamda Müslüman kitleye hitap etmek
kadar, genel itibarıyla çok dinli ve çok kültürlü bir toplum ortamında ‘diğerlerine’
karşı görünürlük ve sembolik önemiyle de dikkat çeken camilerin ve ilintili
mimari yapıların gündeme gelmesine yol açmıştır.
Temelde, tek tek ele alınmayı hak
eden bu mimari yapılaşmalar Güneydoğu Asya’da Müslüman şehrin modern dönemde
nasıl neşet ettiğine dair bir laboratuvar özelliği de taşımaktadır.
Şehri görünür kılmak
Bununla birlikte, Kuala Lumpur ve
mimari denildiğinde, bölgesel ve küresel olarak bir tür cazibe merkezi olması
istenen ve bu anlamda bu isteğin başarıya dönüştüğü açıkça gözlemlenen Petronas
İkiz Kuleleri (Petronas Twin Towers)
karşımıza çıkarr.
Bu yapı ikilisi, çelik
konstrüksüyon malzemesiyle vertikal boyutta ritmik bir algı oluştururken, belki
de yukarıda dikkat çekilen diğer yapısal unsurlar bağlamında tezatı gündeme
getirse de, seküler post-modern şehir atmosferini yansıtan ve bu anlamda
benzeri şehirlerle ve hatta, Batı şehirleriyle mukayesenin ürünü olarak hayat
bulduğunu söylemek mümkün.
Dönemin siyasi liderleri ve
bürokrasi elitinin, şehri küresel plânda görünür kılmanın adı olarak gündeme
getirdikleri Petronas İkiz Kuleleri, bu anlamda amacı başarıyla ortaya
koyduğuna ve bu anlamda, gayet önemli bir işlev gördüğüne kuşku yok.
Anlam işaretleri
Ancak, post-modern yaşamın
getirdiği akışkanlık, anlam kaybı, kitleler içinde yalnızlaşma, dev çelik
konstrüksiyonun birey üzerinde oluşturduğu yıkıcı etki vb. süreçlerden
kurtulmak mümkün.
Bu noktada, söz konusu bu ikili
yapıdan -yaklaşık olarak, batı ve doğu istikametlerinde- sadece birkaç yüz
metre mesafede Müslüman mezarlığı, Çin tapınağı ile kulelerin üzerinde
yükseldiği Ampang Caddesi’ni donatan yaygın dallarıyla geniş gölgeler otuşturan
tropik ağaçları, kültür ve medeniyet unsurlarıyla coğrafya ve iklim
özelliklerini birarada ortaya koymaktadır.
Şehrin atardamarlarından biri olması
kadar, yerli ve yabancı tüm unsurların ortak paylaşım alanı olan bu bölgenin
sahip olduğu bu özellik, bir istisna teşkil etmiyor. Aksine, şehrin neredeyse
post-modern unsuruyla öne çıkan her benzeri noktasında aynı kültür ve medeniyet
bileşkesinin varlığına rastlamak mümkün.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder