Mehmet Özay 20.08.2018
Türkiye’nin bir süredir döviz
kurları üzerinden uğradığı saldırının yeni bir olgu olmadığı ortada. Bu durum,
kapitalizmin yönetimini elinde tutan azınlık bankerler grubunun, çeşitli ulusal
ve uluslararası örgütlerin çıkarları çerçevesinde gündeme getirdikleri bir
müdahale şekli. Bu müdahalenin, ilgili ülke ekonomilerinin yanı sıra, siyasal
sistemini de hizaya çekme gibi bir işlevle anıldığına tanık olunuyor.
Bir süredir dolar kuru üzerinde
gerçekleştirilen operasyonun bir benzeri, 1997-98’de Doğu ve Güneydoğu Asya
ülkelerine yapılmıştı. Dönemin Malezya başbakanı Dr. Mahathir Muhammed bu
gelişme üzerine önemli bir isim üzerinden küresel para spekülatörlerinin, bölge
ülkelerinde ekonomik çalkantıya yol açan bir krize yol açan kişiler olduğu
yönündeki açıklamasıyla dikkat çekmişti.
Böylesi bir ekonomik bunalım, salt
Malezya gibi tekil ülkeleri hedef almadı. Aksine, genelde gelişmekte olan
ülkelerin, özelde ise, Doğu ve Güneydoğu Asya coğrafyasında ‘Asya kaplanları’
adıyla anılan ülkeler ile bu ülkeler grubuna eklemlenmekte olan ikincil
gruptaki ülkeleri hedef alıyordu.
Kur üzerinden gerçekleştirilen dış
müdahalenin nedenleri arasında, 1970’lerde yeşermeye başlayan ve meyvesini
80’ler ve 90’larda veren ekonomik kalkınma politikalarına rağmen, ilgili
ülkelerin Batı tipi siyasal rejimler ve yönetimlere benzerliğinin olmamasıydı.
Yıllık yüzde 6 ilâ 9 oranında
değişen sürekli büyüme gerçekleştiren ülkeler, 1997 kur müdahalesi ile
borsaları ve dolar karşısında ulusal para birimleri önemli bir çöküş yaşadı.
1998 Ocak ayına gelindiğinde, ekonomik dalgalanmanın bir sonucu olarak bölge
ülkeleri borsası yüzde 70’lere varan kayıplara maruz kaldı. Bunun ardından
sıra, bu ülke yönetimlerinin IMF’in kapısını çalmalarına gelmişti. Bu
çerçevede, IMF Tayland, Endonezya ve Güney Kore ekonomilerini düzlüğe çıkarmak
amacıyla 110 milyar dolar kısa vadeli borç vermek suretiyle süreci yönetme
kararı aldı.
O dönem, kur operasyonuna maruz
kalan ülkeler arasında IMF’in kapısını çalmayan bir ülke vardı ki, o da
Malezya’ydı. Başbakan Dr. Mahathir, sadece bu gelişmeden etkilenen Malezya
adına değil, ülkenin üyesi olduğu ASEAN adına da, en azından birlik
içerisindeki bazı ülke başbakan ve devlet başkanları desteğiyle ASEAN adına
çıkışta bulunmuş ve küresel finans spekülatörlerine yönelik ağır eleştirilerde
bulundu.
Dr. Mahathir, 1997 yılında Hong
Kong’da düzenlenen 20. IMF yıllık toplantısında, dünyanın önemli finans ve
ekonomi çevrelerinin katıldığı bir toplantıda, bu kur oynamalarına neden olan
serbest ticaret fikrini yönelik eleştirilerini yüksek sesle dile getirdi. Dr.
Mahathir’in, zenginliklerinin diğerlerinin fakirlikleri üzerine yükseldiği ve
dünyanın bir avuç zengini olarak nitelediği kur spekülatörlerinin
girişimlerinin gayri-ahlâki bir ticaret olduğunu ve gelişmekte olan ülkeleri
fakirleştirme teşebbüsü olarak tanımladı ve bu uygulamaya son verilmesi
çağrısında bulunması dönemin Batı basınında da yer aldı.
Peki Dr. Mahathir, IMF girmese de
ülkesini ekonomik anlamda düzlüğe çıkarmak için neler yapmıştı sorusu önemli.
Krizle
mücadelede, bankacılık sektörünün karşı karşıya kaldığı sorunların aşılması
öncelikli alanı oluşturuyordu. Krizle mücadelede, faiz oranları, para ve maliye
politikalarına yönelik makro ekonomik tedbirler alındı. Bu çerçevede özetle şu
hususlar dikkat çekmektedir:
-faiz
oranları önemli ölçüde düşürülerek yatırım ve tüketim koşullarında gelişme
sağlandı;
-likitide
artırılarak bankaların borç verme eğilimleri teşvik edildi;
-özel
sektör yatırımlarının durağanlaşması karşısında da hükümet harcamaları artırdı;
-döviz kuru sabitlendi. Esnek döviz
kuru sistemine son verilmesi, kur dalgalanmalarına ve spekülasyonlara son
verdi;
-Malezya para birimi ringitin
uluslararası ticaretine son verildi. Böylece kur spekülasyonlarının öne alındı;
-Sermaye
akışı düzenlenerek, özellikle yabancılar tarafından kısa vadeli sermaye akışı
engellendi. Yabancı portföy sermayesinin ve ringit cinsinden yabancı sermayeli
finansal varlıkların yurt dışına çıkışıyla ilgili bir yıllık bir moratoryum
kararı alındı. Şirketler ve yerli halkın sermaye transferlerine kısıtlamalar
getirildi;
-Mali
istikrarın sürdürülmesi adına zorluklarla karşı karşıya kalan mali kurumların
kapatılması yerine, hükümet bankalara ve finans şirketlerine yatırılan
mevduatları garanti edeceğini ilân etti.
Malezya
bu tedbirlerle, IMF’in kontrolüne terk edilen ülkelerde uygulanan yüksek faiz
oranları, para akışına sıkı kontrol ve hükümet harcamalarının kısılması
uygulamaları karşısında o dönem radikal kabul edilen alternatif bir çözüm
üretmiş oldu.
Malezya
krizden çıkmak için uyguladığı bu politikalar sayesinde, IMF’in desteğini alan
diğer ülkelerle hemen hemen aynı sürede istikrarlı bir dönemi yakaladı. Ancak,
bu süreçte Malezya istikrarı yakalarken, bizzat kendi çabasıyla ayakları
üzerinde durabileceğini kanıtlayarak ulus olarak bir özgüven tazeledi ve aynı
zamanda uluslararası çevrelerde takdirle anılan bir ülke konumuna geldi.
Bu kararlar, ekonomi alanında
alınmış olmakla birlikte, temelde ardından güçlü bir siyasi iradenin olması
süreçte en önemli aşamayı teşkil ediyordu. Bu bir anlamda, yerleşik kurallara
ve düzene karşı alternatif açılımların olabileceğini kanıtlamasıyla dikkat
çekiyordu.
Bu düzen, adına ‘Washington
Konsensüsü’ denilen ve içinde IMF, Dünya Bankası ve ABD Maliye Bakanlığı’nın
belirleyici olduğu ortodoks ekonomi politikalarını üreten bir yapıdır.
Malezya’nın o dönem ortaya koyduğu yenilikçi ekonomi politikalar, bir anlamda
işte bu yapıya rağmen ve karşı alınan tedbirlerden oluşuyordu.
Bu gelişme Malezya’nın ekonomik
sorunlarını çözmede kendi kararlarını kendisi alabileceğini ve böylece
bağımsızlığını perçinleştirebileceğini göstermiştir. Bu ekonomik kararların,
Malezya halkı üzerindeki etkisi ise, belki ekonomik kazanımlardan daha da
önemli olarak, moral değer kazanımı olarak önemli bir geri dönüşümü de olmuştur.
Bütün bu olup biten ekonomik
alt-üst oluşta, Batı kapitalizminin spekülatörler üzerinden yürütmek istediği
politika, 80’li ve 90’lı yılların kalkınmakta olan Doğu ve Güneydoğu
uluslarını, adı serbest ticarete konu olan salt meta ile değil, buna ilâve
olarak sermaye ve düşünce/fikir akışı da ekleyerek bir tür kontrol sağlama
teşebbüsüydü.
Dönemin IMF yetkilileri,
Malezya’nın bölgedeki diğer ülkeler gibi krizi daha derinden yaşamadığını ileri
sürseler de, yazının geneline yayılan görüşlerinden çıkartılabileceği üzere Dr.
Mahathir, Malezya’nın kendi ayakları üzerinde durabilecek bir ekonomik donanıma
sahip olduğunun farkındaydı ve bunun gereğini yerine getirerek IMF ile
yollarını kesiştirmedi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder