Mehmet Özay 10.08.2018
Endonezya’da 2019
yılı Nisan ayında yapılacak başkanlık ve parlamento seçimleri için bugün yani,
10 Ağustos Cuma günü başkan adayları ve yardımcılarının açıklanması ile önemli
bir dönemece giriliyor.
Jokowi-Ma’ruf hoca ile seçime giriyor
Seçimlerin favorisi,
2014’den bu yana ülkeyi yöneten Joko Widodo (Jokowi). Jokowi, çeşitli
çevrelerden on kişinin bulunduğu aday listesinden yeni dönemde yardımcılığını
üstlenecek kişi olarak Endonezya Ulama Meclisi (MUI) başkanı 75 yaşındaki Ma’ruf
Amin’i seçti. Başkan yardımcılığı adayı için beklentiler ve son ana kadarki
isim Anayasa Mahkemesi eski başkanı Mahfud MA’ydı. Ancak başkan Jokowi, Perşembe
akşamı son saatlerde görüşünü Ma’ruf’dan yana kullandı.
Bu çerçevede, Jokowi-Ma’ruf
eşleşmesi, Endonezya siyasetinde yeni bir dönem denilemeyecek olsa bile,
Jokowi’nin önemli bir aktör olduğu siyasal yaşamda ses getirecek bir karar
olduğuna kuşku yok. Bu hususa aşağıda değineceğim…
Prabowo bir kez daha Jokowi’ye rakip
Başkanlık
seçimlerinin ikinci önemli adayı ise, Büyük Endonezya Hareketi Partisi
(Gerindra) genel başkanı Prabowo Subianto. Prabowo, başkan yardımcılığına, henüz
çiçeği burnunda denilebilecek genç siyasetçi ve başkent Cakarta vali yardımcısı
Santiaga Uno’yu seçti ve bir kez daha Jokowi’ye rakip olduğunu açıkladı. Genç
bir iş adamı olan Santiaga, 2017 Cakarta valilik seçimlerine vali yardımcısı
olarak girdi ve seçimin kazanılmasının ardından bu görevi bugüne kadar
sürdürdü.
Sandiaga, bugün
itibarıyla vali yardımcılığı görevinden istifa ederek artık mesaisini başkanlık
yarışı için harcayacak. Daha adı valilik seçimlerinde ilk defa geçmeye
başladığında, kimi çevrelerce siyasete ilgisizliği ile tanımlanan genç işadamı
Santiaga, ulusal siyasette başkan yardımcılığı adaylığı ile ulusal siyasette
hızla yükselen liderler arasında yer aldı diyebiliriz.
Bir işadamı olan
ve hatta 2013 yılında ülke zenginler sıralamasında 47. Sırada bulunan Sandiaga’nın
Prabowo ile benzerliği herhalde bu noktada ortaya çıkıyor. Valilik seçimi
kampanyasında Cakarta halkına iyi iş, iyi eğitim ve yaşanabilir gelir
vaatlerini sıralayan Sandiaga’nın bu vaatleri Prabowo ile birlikte şimdi tüm Endonezya
halkı için gündeme getirmesini bekleyeceğiz herhalde.
Bununla birlikte, onun
bu adaylığının nasıl gündeme geldiği, temelde Prabowo’nun seçim stratejisinin
ilk ayağındaki sürecin nereden nereye geldiğinin bir açıklaması olmasıyla
dikkat çekici. Bu konuya da ilerleyen bölümlerde ele alacağım.
Başkanlık yarışında
üçüncü bir adayın çıkmamasını her iki önemli aktörün yani, Jokowi ve
Prabowo’nun mevcut sağcı ve sözde İslamcı parti liderlerini ikna ettikleri ve
ittifaklarını oluşturdukları şeklinde yorumlamak mümkün. Bununla birlikte, bu
iki aday arasında kimin şansı daha fazla sorusunu sormak erken değilse ve müneccimlik
kabul edilmeyecekse, Jokowi’nin şansının epeyce yüksek olduğunu tahmin etmek
güç değil. Her halükârda, iki adaylı seçim yarışının Endonezya’da rasyonel bir siyaset
yapma biçimine doğru evrilmenin habercisi olmasıyla da önem taşıdığını
vurgulamalıyım. Amerikan siyaset modelini kendine örnek alan ülke, hiç değilse
bu alanda bir mesafe kat etmiş diyebiliriz.
Kalla en iyi seçimdi
Jokowi’nin
yardımcısı olarak gözler aslında Yusuf Kalla üzerindeydi. Ancak Jokowi’nin
birinci döneminde başkan yardımcılığı yapan tecrübeli politikacı Kalla ile
devam etmemesinin tek nedeni Kalla’nın iki dönem şartına takılması.
Yusuf Kalla
2004-2009 yılları arasında da dönemin devlet başkanı Susilo Bambang
Yudhoyono’nun (SBY) yardımcılığını yaptığından iki dönem kuralına takıldı.
“Yasal boşluk bulunabilir mi?” sorusundan hareketle, bir kesim Kalla adına
seçim komisyonuna başvuruda bulunsa da, bununla ilgili olumlu bir sonuç
alınamadı. Bu nedenle, Jokowi’nin başkan yardımcılığı için kiminle yoluna devam
edeceği sorusu geçen süreçte önemli bir gündem maddesiydi.
Yoksa Kalla,
tecrübeli siyasetçi olmasının yanı sıra, her toplumsal kesimle sağlıklı ve
güçlü ilişkileri nedeniyle nüfuz sahibi bir kişi olması, Jokowi için büyük bir
avantaj olduğuna kuşku yok. Zaten Jokowi bunu, 2014’deki seçimde Kalla’yı yardımcısı
olarak seçerken gösterdiği gibi, aradan geçen beş yıllık süre zarfında Jokowi
ve Kalla arasında gözle görülür veya kamuoyuna yansıyan bir tartışma ve ayrışma
yaşanmaması da kanıtlamış durumda. Bir dönem devlet başkanlığı için yarışan
ancak başarısı olduktan sonra bir daha başkanlık yarışına katılmayan Kalla,
kendisini profesyonel bir başkan yardımcısı olarak tanımlıyor. İki dönem
sergilediği uyumlu ilişkileriyle ve başkanlık yarışında kaybın ardından bir
daha arenaya çıkmamasıyla da siyasi etik açısından olumlu bir yaklaşım
sergilediğine de kuşku yok.
Ma’ruf Amin: Kontra bir çözüm
Jokowi 2014
yılında herhangi bir partiyle organik bağı olmayan, ancak tecrübesiyle göz
dolduran Kalla’yı yardımcılığına seçtiği gibi, bu sefer de bir siyasi parti ile
bağı olmayan, ancak ülkede saygın denilebilecek kurumların başında bulunan
Endonezya Ulama Meclisi başkanı Ma’ruf Hocayı seçmek suretiyle izlediği siyaset
stratejisinde bir tür başarıya imza attığına kuşku yok. Ma’ruf Hoca aynı
zamanda ülkenin en önemli sivil dini hareketlerinden Alimler Hareketi’nin
(Nahdat’ul Ulama) danışma kurulu başkanlığını yürütüyor.
2014 şartlarında
Kalla’nın sivil bir politikacı ancak tecrübeli ve nüfuz sahibi oluşu partiler
üstü kabul gören siyaseti Jokowi’nin başarısına etkisi olmuştu. Bugün ise, başkan
yardımcılığı adaylığıyla öne çıkan Ma’ruf Hocanın yukarıda zikrettiğim iki özelliği,
Jokowi’yi ülkede kendini dindar addeden seçmen kitlesine yakınlaştıracaktır. Bunun
ülke politikalarında ‘İslamlaşma’ yönünde bir etkisi olur mu sorusunun cevabını
bekleyip görmek gerekiyor.
Ma’ruf Hoca’nın
başkanlık adayı, Jokowi’nin kimliği ve politikaları açısından da yeni
tartışmalara veya daha doğrusu var olan
tartışmaların farklı yerlere evrilerek sürdürülmesine neden olacaktır. Öyle ki,
daha 2012 Cakarta valilik seçimleri öncesinden başlayarak Jokowi adı üzerinde
sürdürülen tartışmalarda, onun bir Çin kökenli olduğu; ülke demografik yapısı
içerisinde yüzde 4’ler gibi bir yere sahip olmakla birlikte, ekonomide etkin
Çinli patronların tesiri ve desteğine sahip olduğu ve uluslararası ilişkilerde
de ABD yerine Çin odaklı bir politika izlediği yollu eleştiriler gündeme
getiriliyordu. ‘Çin odaklı’ tartışmanın patlak verdiği yer ise Cakarta
valiliğinde halefi Ahok bağlamında çıkan tartışmalar, dev gösteriler ve mahkeme
kararları oldu. İşte bu nedenledir ki, Jokowi’nin niçin Ma’ruf Hocayı seçtiği
sorusu önemli.
2016 İstiklal Deklarasyonu süreci
Bu temel soru pek
çok açıdan çeşitlendirilebileceği gibi, cevaplarının da o ölçüde
farklılaşabileceğini söyleyebiliriz. Ancak burada belirleyici olanın, 2016 yılı
Sonbaharı’nda Cakarta meydanlarını dolduran ve kendilerini ülkede dini
hareketin lideri olarak göstermeye çalışan çevrelere verilmiş temel bir cevap
anlamı taşıdığıdır.
O dönem, söylemeye
çalıştığım, ancak Türkiye’de işi uluslararası gelişmeleri anlamak olduğunu
tahmin ettiğim çevrelerin bir türlü anlamak istemediği gerçek, çok geçmeden
ortaya çıkmıştı gerçi. Sadece bu da değil… Cakarta meydanlarına toplanmış binlerce
insanın yer aldığı fotoğrafların yanıltıcı bağlamına takılıp, gelişmeleri bir
devrim havasıymış gibi konuyu kamuoyuna aktarma çabası içerisinde oldukları
gözlemlenen diğer bazı basın organları da bu önemli ülkeyi ne kadar
anladıklarını başarıyla ortaya koymuşlardı! Herhalde Ortadoğu’dakine benzer bir
‘bahar’ havası sezinlemiş olmalılar(dı).
Ancak bugün
gelinen noktada, Endonezya siyasetinin çalkantılı yapısını göz ardı etmemekle
beraber, 2016 hareketinin ve özellikle adına ‘İstiklal Deklarasyonu’ denilen
yapının ortaya çıkmasını sağlayan kişi ve onun yanındaki kimi sözde İslamcı
politikacıların hedeflerinde isabetsizliklerini ortaya koymaktadır. Bu
deklarasyonun çöküşü, zaten 2017 Şubat’ındaki Cakarta valilik seçimlerinde ultra-milliyetçi
Gerindra lideri Prabowo’nun manipülasyonu ile kanıtlanmıştı.
Bu çevrelerin
başında gelen Rizieq Shihab Hoca, bugün Endonezya topraklarında yaşamıyor. O
günden bu yana, kuvvetle muhtemel, hakkında açılacak dava/lardan korunabilme
adına Ortadoğu’da bir Arap ülkesinde ikamet ediyor.
Hocanın ilmi
kariyeri şu an için ilgi alanımızda değil. Karizmatik kişiliğine de diyecek
sözümüz yok. 2016 yılında İstiklal Camii’ndeki hareketin tam da odağında
olduğunu o gün bizzat camide yerimi alarak tanık olmuştum. Aksine, burada
dikkat çekmeye çalıştığım husus, Hocanın ‘2016 hareketi’ne ve hatta daha
öncesine baktığımızda çıkışının siyasi olmasıdır. Bu durum, onun söz konusu bu
eylemlerini siyasi çerçevede ve Endonezya siyasal yaşamındaki yeri noktasında
değerlendirilmesini gerektiriyor. Hatta adının yakın geçmişte başkan adayı
olarak geçmesi bu düşüncemizi güçlendiriyor olsa gerek!
Bugün gelinen
noktada, yukarıdaki sürece en iyi okuyan ve değerlendiren kişilerden birinin
Jokowi olduğunu söyleyebiliriz. Şayet Jokowi’ye böylesi derin bir siyasal anlayış
ve kavrayış gücü atfetmek istemiyorsak, en azından Jokowi’ye destek veren
kesimlerin keskin gözlem ve değerlendirmelerinin kayda değer bir neticesinin sonuç
verdiğini söylemek mümkün. Jokowi’nin 2019 Nisan’ında yapılacak seçimlere
Endonezya Ulema Meclisi başkanıyla birlikte girecek olması bunun en önemli
kanıtıdır. Öte yandan, sözde İslamcı partilerin bir kez daha sağ-milliyetçi
siyasi yapılaşmanın domine edici gücü karşısında manipüle olmaları ve biraraya
gelememeleri siyasi bir başarısızlık olarak hanelerine yazılmaya devam ediyor.
Prabowo nerede yanıldı?
Suharto’nun üvey
evladı, ordudaki görevi sırasında adı insan hakları ihlâlleriyle anılan,
ülkenin en zengin ‘siyasetçisi’ konumundaki Prabowo Subianto başkan
yardımcılığı seçimleri sürecinde önemli bir çaba sarf etti. 2014 seçimlerini
kaybetse de, yukarıda zikrettiğim ‘2016 İstiklal’ sürecinde perde arkasında en
güçlü aktör konumundaydı.
Suharto’lu
yılların bir devamı siyasetçi olmakla birlikte, o dönemi iyi tahlil edemeyen
sözde İslamcı partilerden destek almasını bilen Prabowo, 2019 seçimlerinden
umutlu olmak için neredeyse her yolu denedi. Öyle ki, “Benden iyi bir aday
çıkarsa aday olmam.” bile dedi. Ancak gelinen noktada anlaşılan o ki, Jokowi
karşısında iyi bir aday çıkartılamadı ve yine muhalefetin öncülüğünü üstlenmek
Prabowo’ya kaldı. Prabowo aday olmasına oldu ancak, başkan yardımcılığını
belirleme sürecini nasıl yönettiği konusu epeyce tartışma götürür.
Prabowo’nun başkan
yardımcılığı için öneri götürdüğü partilerden Kalkınma ve Adalet Partisi (PKS),
Demokrat Parti öne çıkan iki önemli siyasi partiydi. PKS’le görüşmelerde parti
icra kurulu başkanı Salim Segat al-Jufri’nin adı geçiyordu. PKS’de bir süredir yaşanan
iç sorunlar, Prabowo ile ittifak sürecine de yansıdığını söyleyebiliriz.
Nihayetinde PKS’den bir isim Prabowo’nun yardımcısı olarak aday olmadı. Bunda Gerindra
ve Demokrat Parti görüşmelerindeki gelişmeler de, kuşkusuz bir faktör olarak
değerlendirilmeli.
Prabowo’nun
kapısını çaldığı bir diğer parti, Demokrat Parti’ydi. Kendisi de eski bir asker
olan ve eski devlet başkanı (2004-2014) Susilo Bambang Yudhoyo’nun oğlu Agus
Harimurti Yudhoyono’ya öneri götürdü. SBY’nin orduda görevli oğlunu siyasette
aktör yapma çabasının bir ürünü olarak genç yaşında ordudan istifa etmiş ve
2017’de Cakarta valilik seçimlerine aday olarak katılmış, fakat başarılı
olamamıştı. SBY’nin hedefinde oğlunu Cakarta valiliği sonrasında başkanlığa
taşımak vardı. İki lider arasındaki görüşmeler sonuç vermedi. Tıpkı Jokowi’nin
Cakata valiliğinden başkanlığa çıkışı gibi… Ancak süreçlerin böyle işlemediğini
son yaşananlar ortaya koymuş oldu.
Prabowo’nun
yardımcılığı için düşündüğü bir diğer aday. Cakarta valisi Anis Baswedan’dı.
Baswedan, Jokowi hükümetinde ilk dönem milli eğitim bakanlığı yapmış bir
siyasetçi. O da, 2016 İstiklal sürecinde
sürpriz bir şekilde siyasal yaşamın odağına yer almış ve bu süreçte, yine
Prabowo’nun desteğiyle aday olmuş ve valilik koltuğuna oturmuştu.
Belli partiler
destek vermesi halinde bugün kendisini başkan adayları arasında görebileceğimiz
Baswedan, Prabowo’nun bu önerisini geri çevirmesiyle Prabowo stratejisinde ne
kadar yanıldığını bir kez daha kanıtlıyordu. Aslında Baswedan’ın gönlündü
Prabowo’nun yerine ve onun desteğiyle başkan adayı olmak vardı. O da, SBY’nin
oğlu için düşündüğü kısa formülün işe yarayacağını, Cakarta valiliğinde -tıpkı Jokowi
gibi- geçirilecek kısa bir süre sonunda başkanlık koltuğunun hazır olduğunu
düşünüyordu. Ancak onun için de süreçler maalesef bu şekilde işlemedi…
Tüm bu olup bitenlerden
sonra şöyle bir durum var karşımızda. Prabowo’nun stratejik hesaplarında,
kendisini sürekli ön plânda tutmasının anlaşılır nedenleri vardı ve gelinen
nokta da bunu kanıtladı. Ancak yukarıdaki gelişmeler ışığında bakıldığında, Prabowo’nun
başkanlık yarışında ihtiyaç duyacağı partilerarası ittifak oluşturmada başarılı
olduğunu söylemek şimdilik mümkün gözükmüyor. Öyle ki, Gerindra-Demokratlar
görüşmelerinde yaşananların ardından, Cuma sabahı yani bugün Demokrat Parti’den
yapılan açıklamada Prabowo-Sandiaga ikilisinden desteğin çekildiği kamuoyuna ilân
edildi. Şu anki profilde Gerindra, PKS ve bir diğer sözde İslamcı parti Ulusal
Emanet Partisi (PAN) ittifakı bulunuyor.
İslamcı partilerin açmazı devam ediyor
Gelinen noktada,
bu iki partinin Prabowo’ya destek vermeyi içlerine nasıl sindirebildikleri
sorusu önemli. Yukarıda dikkat çektiğim üzere, Suhartolu yılların ürünü olan ve
bu yıllara alternatif bir reform döneminin ürün olarak çıkmış PKS ve PAN bugün
Suharto’nun üvey oğlu, insan hakları ihlallerinden sorumlu tutulan Prabowo ile
ittifak halindeler.
Jokowi’nin Ma’ruf
Hocayla birlikte seçime girmesiyle, ‘Müslüman kamuoyuna’ söyleyebilecek pek bir
sözü kalmayan Prabowo’nun artık tek dayanağı kendi kökleri olan ultra-milliyetçi
söyleme dönmek olacak. O da, yine yukarıda kısmen dikkat çektiğim Çin etnik
azınlığın ülke siyasal yaşamında oynadıkları ileri sürülen rolden mütevellit ‘ülke
bizimdir’ söylemine sığınmak ve ulusal siyaseti dar milliyetçiliğe sıkıştırmak
olacak.
Oysa, Prabowo’nun
başkan yardımcısı olarak belirlediği iş adamı Sandiaga’nın iş ortakları
arasında Çinli işadamları da bulunuyor. Öyle değil mi? İslamcı partiler Suharto
sonrası dönemin reform ortamında düşünce ve pratik noktada zafiyetlerini aşabilmiş
değiller. Bu bağlamda, var olabilmenin şartı olarak da mevcut milliyetçi
partilerle ittifaklara yanaşarak en azından birkaç bakanlık alarak statüko
içinde var olmanın peşindeler. Son
yirmi yılı bu partiler için reformdan statükoya dönüş olarak değerlendirmek
mümkün.