Mehmet Özay 07.06.2018
Malezya’da 9 Mayıs genel seçimlerinin ardından göreve başlayan hükümetin ortaya
koyduğu söylem ve politikalara bakıldığında ortada bir restorasyondan mı yoksa
yeni bir paradigmadan mı bahsedileceği konusu tartışmaya açık. Şayet bu söylem ve
henüz başlatılan politikalardan hareketle bir restorasyondan bahsedilecekse,
bağımsızlıktan bu yana ülkeyi yöneten siyasi iradenin temellerini sarsmayan
sadece eksikliklerini gidermeye yönelik çabalar akla gelecektir.
Ancak bu söylem ve politikalardan kasıt bizi yeni bir paradigmanın ortaya
çıktığına yöneltiyorsa, o zaman Malezya’nın uzun yirminci yüzyıl tarihini
bittiğini ve yepyeni bir Malezya kurgusu ile karşı karşıya kaldığımızı
söyleyebiliriz.
Sürecin mimarı kim?
Bu çerçevede, yukarıda dile getirilen iki alternatif yani restorasyon mu
yeni paradigma mı olgularından hangisi söz konusu olursa olsun, bu sürecin mimarı
olarak öne çıkan ismin Dr. Mahathir Muhammed olduğu konusunda herkes hem fikir
gözüküyor. Bunu bazı sağlam temellere yaslamak da elbette mümkün. Ancak ülkenin
yaklaşık son yirmi yıllık siyasi ve toplumsal yaşamına kabaca göz atıldığında, bu
sürecinin başlatıcısı ve siyasi bir hareket bağlamında ifade etmek gerekirse fikir
babasının Enver İbrahim olduğu görülür.
Enver İbrahim derken, 1999’dan itibaren toplumsal ve siyasal reform
talebiyle meydanlarda halka hitap eden, hapiste olduğu dönemde de siyasi
destekçilerinin gayretleriyle bu duruşun siyasi bir parti ile resmiyet
kazandığı ve ardından ülkede o döneme kadar biraraya gelmesi pek de hayal
edilemeyen kesimleri geniş muhalefet çatısı altında toplayan bir liderden
bahsediyorum. Bu siyasi yönelimiyle bile Malezya önemli bir çalışma alanı
olarak yeniden önümüzde duruyor.
Restorasyon UMNO’ya cila
atmaktır
Şayet yeni hükümetin uygulamaya koymaya çalıştığı politikalar restorasyon sürecine
işaret ediyorsa, bu durum 1957 yılından 9 Mayıs 2018’e kadar ülkeyi yöneten Birleşik
Malay Ulusal Organizasyonu (UMNO) merkezli ulusal ittifakın eksikliklerini
gidermeye yönelik bir çaba olacaktır.
Bu durumda, söz konusu bu uzun dönemde, ulusal ittifak koalisyonlarının
oluşturduğu siyasi iktidarın giderek kendi içine kapanan, dar bir siyasi elit
ile ülkeyi yönetme ve geniş toplum kesimlerinin taleplerini geri çevirme sürecindeki
hasarları onarmaya matuf bir gelişmeyle alâkalıdır. Özellikle de, 2009 yılından
9 Mayıs 2018’e kadar ülkeyi yöneten Necib bin Rezzak hükümetlerine yönelik bir
eleştiriden ibaret olmayıp, aksine Necib bin Rezzak ile zirve yapan bir yönetim
zafiyetine karşı geliştirilen toplumsal ve siyasal reflekslerdir.
Bu durumda, özellikle de 2009 yılından sonraki hükümetlerde başbakan olarak
görev yapan Necib bin Rezzak’ın ülkeyi yönetim biçimine getirilen eleştirilere
odaklanmak gerekir. Bu noktada, muhalefetin seçim sisteminden eğitime, etnik
azınlık haklarından yolsuzluklara pek çok alanda gündeme getirdiği eleştiriler
dozunu 1 Malezya Kalkınma Fonu (1MDB) soruşturmalarıyla artırdı. Bu süreçte
dönüm noktası, hiç kuşku yok ki, Dr. Mahathir’in o dönem bir UMNO üyesi olarak Başbakan
Necib bin Rezzak’a karşı geliştirdiği eleştirel söylemdi. Hatta Dr. Mahathir’in
birkaç kez Başbakan Necib bin Rezzak’la görüşerek eleştirilerini bizzat
kendisine ilettiğine de tanık olunmuştu.
Evin içini düzenlemek ya da
dünün hakimleri bugünün mahkumları
Dr. Mahathir’in anı kitabında yer alan bir metafora atfen, bugün başında
bulunduğu hükümeti “evin içini derleyip düzenlemekle” meşgul. Bu derleme
düzenleme sürecinde restorasyon nereden başladı hangi alanlarda devam ediyor ve
hangi alanları kapsayacak bunlar hiç kuşku yok ki Malezya’da gündemin ana
konusu.
Bu bağlamda, yeni hükümet, sabık Başbakan Necib bin Rezzak ve eşi Rosmah
Mansur’dan başlayarak bu yolsuzluk sürecinin değişik kademelerinde yer aldığı
iddia edilen kişilere yönelik sorgulamalara ve bu sürecin anahtar konusundaki
bürokratlarının görevden el çektirilmesi ile başlaması temiz ve şeffaf yönetim
bağlamında atılan adımlar ve adil bir yönetim sistemine işaret noktasında kayda
değer bir yeri vardır. Hele hele bu kişiler arasında başsavcı, merkez bankası
başkanı gibi ülkenin siyasal ve ekonomi yönetiminin üst düzey bürokratlarının
yerlerinden edilmesinin de olması, ortada son derece ciddi bir yönetim krizi yaşandığına
işaret ediyor.
Yeni bir paradigma
Ancak yeni hükümetin, daha seçim kampanyası sürecindeki söylem ve
politikalarından hareketle ve bugünlerde uygulanmakta olan politikalarının
ülkede yeni bir siyasi paradigmanın ortaya çıkmakta oluşuna delalet ettiği
söylenecekse, bu durum başlı başına bir değişim sürecine işaret ediyor. Bu noktada,
muhalefet yapısını oluşturan ve resmi olarak dört farklı siyasi partiyi biraraya
getiren unsurların varlığı ve koalisyon olma, hükümet kurma iradesi ortada yeni
paradigmanın ipuçlarını veriyor.
Öyle ki, bu siyasi bloğun kendisini oluşturan koalisyondaki parti sayısının
ötesinde çok daha geniş bir toplumsal karşılığa tekabül ettiğini
söyleyebiliriz. Çeşitli nedenlerle ortaya çıkıp kendini ifade edemeyen çevreler
kadar, hatta ve hatta UMNO içerisinde ve destekçileri arasında bile muhalefet
koalisyonunun iddialarına destek veren kitleler olduğu dile getirilirken,
ülkede yeni bir siyasi paradigmaya ihtiyaç duyulduğunu yönünde güçlü bir talepten
bahsedilebilir.
Bu bağlamda, yeni siyasal paradigma, ülkedeki farklı etnik ve dini yapılar
arasında toplumsal ve siyasal birlikteliği öncelleyen ve bu anlamda yeni bir
toplumsal sözleşmeye duyulan ihtiyaca işaret etmektedir. Bu ihtiyacın toplumsal
katmanlarda ve siyasi elit çevrelerinde hangi düzeyde algılandığı ve bunun
sürdürülebilirliği de paradigmanın kendisi kadar önemlidir.
Öyle ki, belki de seçimin doğal atmosferi içerisinde yaşanan kutuplaşmalar,
iktidar ve muhalefet ayrışması, iktidardan her daim nemalanan çevreler ile ülke
ekonomisinin gelişmişliği ve paylaşımından görece pay almayan veya az alan
çevreler arasındaki ayrışma gibi faktörler seçimde muhalefet bloğunun kazancına
dönüşecek bir sürece yol açmış olabilir. Ancak bu bir tür ezilmişlik,
dışlanmışlık psikolojisinin ötesinde temel toplumsal ve siyasal problemlerin
varlığının ayırdına varılması ülkede paradigma değişimine yol açacak bir
dinamiktir.
Yazının girişinde, uzun yirminci yüzyılın bitimi derken, bununla sadece
1957 yılında İngiltere Krallığı’nın bağımsızlık verdiği ya da kimi gerekçelerle
vermek zorunda kaldığı bağımsızlıktan bu yana geçen süreyi kastetmiyorum. 9
Mayıs seçimiyle birlikte, İngiliz sömürge yönetiminin bağımsızlığın şartı olarak
gündeme getirdiği Malaya topraklarındaki ırklararası ilişkinin düzenlendiği toplumsal
sözleşmenin toplumsal ve siyasal zeminin de değişime uğradığına dikkat çekmek
istiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder