Cihan
Kurtaran 10.11.2016
ABD’de seçimlerin
kazananı ve kaybedini ilân edilirken, bu sonucun Asya-Pasifik bölgesine etkisi
üzerinde durulmayı hak edecek bir öneme sahip. Bu çerçevede, hiç abartmadan
söylemek gerekirse, Trump’ın seçim zaferi Asya-Pasifik’de belirsizliklerle
birlikte anılıyor. 9 Kasım’da daha günün ilk ışıklarıyla birlikte seçim
sonuçlarının açıklanmaya başlamasının ardından siyasilerden önce tepkiyi veren
borsalar ve döviz kurları oldu. Gün boyu benzer negatif etkinin devam etmesinin
yanı sıra, sonuçlar netleştikçe Trump’ın zaferi bölge kamuoyunda bir travma
etkisi oluşturdu.
“ABD’nin
halen bize ihtiyacı var”
Doğan olumsuz etkiyi
ortadan kaldırmaya yönelik olarak yapılan ilk açıklamalardan biri Malezya
Başbakanı Necib bin Rezak’dan geldi. “ABD halen bize ihtiyacı var.” Diyen
Başbakan’ın hedefinde Malezya kamuoyunda oluşan ve orta vadede giderek
derinleşebilecek izlenimi veren kötümserliği dağıtmaya yönelikti. Malezya
örneğinde bölge yönetimleri ve kamuoyunu olumsuzluğa sevk eden temelde kendini
‘küreselleşme’ rüzgârına epeyce kaptırmış olmaktan kaynaklanıyor. Başbakan
Necib’in açıklamasının, son birkaç yıldır çeşitli faktörlerin etkisiyle
Malezyalıların alım gücünde pek de olumlu sinyaller vermeyen gelişmelerin daha
da kötüye gitmesini engellemeye matuf bir yönü var. Buna ilave olarak, bir süre
sonra görev başı yapacak ABD yönetimine gönderilen bir mesaj olduğu da bir
gerçek. Daha iki hafta önce Çin’le önemli ticari, yatırım ve de askeri
işbirliği anlaşmalarına imza atan ve ülkede “Çin’e teslim olmakla” itham edilen
Başbakan Necib bin Rezak bu açıklamasıyla ABD’yle ilişkinin önemine vurgu
yapıyordu.
Malezya bağlamından
hareketle dikkat çekilmesi gereken bir diğer husus ise, Uluslararası Ticaret ve Yatırım Bakanı Muhammed
Mustafa’nın Trans Pasifik İşbirliği Anlaşması’na (TPPA) yaptığı atıftı. Malezya
adına TPPA görüşmelerine katılan Bakan, Trump zaferi sonrasında “değerlendirme
için daha erken” açıklaması yaparken, ülkedeki halkın ve de yatırımcıların bu
gelişme karşısında paniklememesi gerektiğini söyledi. Ancak tıpkı diğer
ülkelerde olduğu gibi, ilk günkü borsa ve kur gerilemesinde Malezya para birimi
ringgit’in son dokuz ayın en düşük düzeyine inmesi bakanın paniklememe
çağrısının piyasalarda karşılığının olmadığı anlamı taşıyor. TPPA’nın hayata
geçirilmesi konusunda en istekli kişilerden biri olan Bakan Muhammed Mustafa
ABD’siz bu birliğin bir anlam ifade etmeyeceğini ve söz konusu ticari birliğin
kaderini bölgedeki üye ülkelerle görüşeceğini açıkladı. Bakan, açıklaması,
“TPPA’nın yürürlüğe girmemesi Malezya ekonomisine olumsuz etkisi olabilir” gibi
bir ihtimali de hatırlatmadan geçmedi.
Duterte ve Trump aynı
kalibrede
Tabii benim aklıma Trump’ın ‘golf
arkadaşı” olduğu söylenen Malezya Başbakanı’ndan açıklamasından ziyade, belki de tepkisi en çok merakla beklenen lider
Filipinler devlet başkanı Rodrigo Duterte geliyor.
2015 yılında, daha Filipinler’de seçim kampanyası başlamadan gündeme gelen Duterte’nin
siyasi karakteristikler bakımından Trump ile benzeşmesi bölge basınında konu
olmuş ve “Trumpvari bir aday” olarak sunulmuştu. Bu
ifadeyle vurgulanmak istenen ise, Trump’ın ‘negatif’ veçhesiydi tabii ki. Trump’la aynı ‘kalibrede’ olan ve bunu da dün yaptığı
açıklamada bizzat dile getiren Duterte, Trump’ın zaferi sonrasında, bir tehdit
ve aşağılama yerine daha düşük tonda bir ifadeyle, “ABD ile düşman olmak
istemediğini” söylemesi dikkat çekiciydi.
Trump ve Duterte arasında dikkat çekilen
yukarıda benzerlikten bu yana yaklaşık bir yıl, Duterte’nin devlet başkanlığı
koltuğuna oturmasından bu yana da dört ayı aşkın bir süre geçmesinin ardından
biri doğuda diğeri batıda benzer iki lider profiliyle karşı karşıyayız.
Duterte’nin daha seçim kampanyası döneminden başlayıp aktif başkanlığında da
sürdürdüğü çıkışlarınındaki çelişkilerin benzeri Trump’ı izleyen kurumlarca
tutulan istatistiklerde de ortaya konuluyor. Bir kurumun Temmuz ayı raporunda
Trump 17 kez birbiriyle çelişen ifade kullanırken, bir diğer kurumunun Ekim ayı
sonu itibarıyla raporunda da toplam 23 ana konuda 138 kez görüş değiştirdiği
tespit edilmiş.
‘Öncelik
Amerikalılar’ ve TPPA
Trump’ın kampanya döneminde dikkat
çektiği hususlardan biri, son dönemde yaşanan ekonomik durgunluklar nedeniyle
“öncelik Amerikalılar” olmasıydı. Amerikalıları yeniden varsıllaştırmaya matuf
bu söylemin bölgeye yansıması ise, özellikle küçük ve orta ölçekli işletmelerle
ihracat temelli kalkınma sürecine konu olan bölge ülkelerinin bundan nasıl
etkileneceğiyle ilgili. Benzer bir tepkinin Endonezya’daki bazı ekonomistlerce
‘hükümete uyarı mahiyetinde “hava bozacak, yelkenleri hazırlayın” çağrısı da,
bu anlamda dikkate alınmayı gerektiriyor. Aslında bu küreselleşme olgusunu, son
dönemde TPPA bağlamında, bölgedeki diğer bazı liderlerin de katkısıyla bir adım
daha ileri götüren Barack Obama olsa da, aslında temellerine bakıldığında 2005
yılında Singapur, Bruney, Yeni Zelanda ve Şili’nin biraraya gelerek “4’lü
Pasifik” (P-4) adıyla anılan ticaret birliğini oluşturdukları görülür.
Özellikle Japonya ve Singapur ile bir
ölçüde Vietnam ve Malezya’nın istekli oldukları TPPA’nın bugün henüz hayata
geçirelememiş olmasında Amerikan Senatosu’nda ilgili onayın çıkmamış olmasının
rolü büyük. Bu nedenle bugün, Trump zaferi sonrası bölge ülkelerinin borsa ve
döviz kurlarındaki kayda değer oynama ABD’nin yeni başkanına yönelik
‘piyasaların tepkisini’ gösteriyordu.
Aslında Trump küreselleşmeye karşı koymakla birlikte, başkan
seçilmesiyle birlikte ‘küresel bir depresyona’ yol açmasıyla tezat bir sürecin
yaşanmasına neden oluyor. Amerikan’ın Asya-Pasifik bölgesinde güç tesisinde bir
tür sınama aracı olacağı düşünülen TPPA’nın şu anda gündemde ne kadar kalacağı
ise meçhul.
Asya-Pasifik
güvenlik politikaları
Bu sürecin ekonomi boyutunun ötesinde
Asya-Pasifik gibi jeo-politiği oldukça öne çıkan bir bölgede Japonya, Güney
Kore, Tayvan, Singapur, Avustralya sıralamasında bölgenin kuzeyinden güneyine
doğru giden bir şeritte güvenlik açığının doğabileceği endişesi kendini
hissettiriyor. Japonya yönetimi ABD’de olabileceklerin hesabını önceden
yaptığını gösterecek şekilde savunma sanayiini ve ordu yapılaşmasını yeniden
kurgulama kararı alması, önümüzdeki süreçte bu konudaki adımlarını daha ciddi
ve yapıcı bir şekilde atacağı anlamına geliyor. Bölgede ABD’nin şu veya bu şekilde geri çekilmesi
ve ekonomik nedenlerle askeri harcamaları kısması, özellikle Japonya’nın
bölgesel tehdit olarak gördüğü Çin karşısında, aralarında nükleer silah üretimi
de dahil olacak şekilde kendi tedbirlerini almasına yol açacaktır.
Güney Kore’de, son birkaç haftada ülke
gündemini işgal eden Başkan Park’ın ‘mistik’ ilişkilerinin neden olduğu güven
kaybı ulusal siyasi krize dönmesi, yanı başında nükleer denemelerle bölge
halkını tedirgin eden Kuzey Kore ile mücadelede bir zafiyet gündeme getirme
olasılığı taşıyor. Bölgenin en küçük ancak anahtar ülkesi Singapur’u TPPA
dışında ilgilendiren en önemli husus güvenlik politikaları. ABD yeni
yönetiminin bölgeyle ilişkilerinde güvenlik politikalarındaki farklılaşma
Singapur’u memnun etmeyecektir. Bununla birlikte, Singapur yönetimi teritoryal
sınırlarının darlığının neden olduğu çelişkiyi Avustralya ile anlaşarak aşmaya
çalışıyor. Bu bağlamda geçenlerde Avustralya ile yapılan anlaşma gereğince
Singapur Adası’ndan daha geniş bir toprak parçasında askeri eğitim sistemini
hayata geçirmesi yeni dönemde daha da önem kazanacaktır.
Sistemik
yaklaşım
Yukarıda genel
çerçevesini sunduğumuz ilişkiler bağlamında ABD yönetimindeki değişimin
Asya-Pasifik coğrafyasını şu veya bu şekilde etkilemesi kaçınılmaz. Bu
çerçevede Trump yönetiminin, salt Demokratlar karşıtlığından hareketle TPPA
gibi bir projeyi rafa kaldırıp kaldırmayacağı şimdilik belirsiz. Ancak geçen
bir yıl zarfında tanık olunduğu üzere Cumhuriyetçilerin senatodaki üstünlüğü
nedeniyle TPPA bir türlü onaylanmadığı da bir gerçek. Kaldı ki TPPA’nın 12 ülke
ile sınırlı bir ekonomi birliği olmanın ötesinde anlamı var. Dünyanın ticaret
devi Çin’i çevreleyen coğrafyadaki bu girişim yeni dönemin ticaret kurallarını
belirleme noktasında jeo-ekonomik modelleme kadar, jeo-stratejik ve askeri
bağlamlarıyla örtüştürülerek bir anlam ifade edebilir.
Bu nedenle Trump’ın
Amerikan vatandaşlarına ekonomiyi iyileştirme vaadinde içe kapanmacı ve
korumacı bir politik yaklaşımın, belki ulusal plânda bir karşılığı olsa da,
küresel arenada ABD’nin varlığı, geleneksel ve potansiyel müttefikleri
açısından ümitvar olacağını söylemek mümkün değil. Tüm bunların ötesinde,
yukarıda kuruluş sürecine atıfta bulunulan TPPA’ya ABD’nin müdahil olmasında
2008 yılında Bush yönetiminin rolü hatırlandığında Cumhuriyetçilerin senatodan
geçirmeye yanaşmamalarına rağmen, kendi iktidarları döneminde bu anlaşmayı bir
şekilde gündeme almalarına, ABD kamuoyunu iknanın ötesinde, pek de büyük bir
mani bulunmuyor.
Büyük bir sürpriz
olmadıkça, ABD’deki yönetim değişikliğinin bölge politikalarında kapsamlı bir
değişikliğe yol açması beklenmiyor. Bununla birlikte, daha ilk günden bölge
yönetimleri ve de kamuoylarında karamsar bir atmosferin oluşmasına neden olan
bu gelişme, bölge ülkelerinin ‘Asyalılık ruhu’yla hareket ederek mevcut
sorunların üstesinden kendi başlarına gelmelerinin yollarını arama yönünde
teşebbüsler olacaktır. Bölge ülkelerinin bu sürece ne kadar hazırlıklı olduğu
ise bir başka konu. Ancak ABD’deki sürecin bölge liderlerine en azından önemli
bir hatırlatma olduğu görülecektir. Bölge ülkelerinin Çin’le ticari ve yatırım
işbirliğinin memnuniyet verici yanı kadar, Çin’in ideolojik modellemesini
benimsemeyen bölge ülkeleri kendi aralarından bir lider çıkarmanın çabası
içerisinde olacaktır. Çin’le tarihsel ve modern dönemde karşılaşmaları dikkate
alındığında buna şimdilik en hazır gözüken ülke Japonya gözüküyor. Uzun bir
aradan sonra Japonya’da siyasi gücü ile öne çıktığı gözlemlenen Başbakan
Abe’nin görev süresinin uzatılması çabası da Japonya’da dengelerin daha da
güçlü bir noktaya doğru gittiğinin ipucu.
Asya –
Pasifik bölgesinin yüzyıllık Asya projesinin sadece başkan Obama’nın iki dudağı
arasından gelişigüzel çıkmış bireysel bir görüş olmadığı, aksine ABD
kurumlarınca alınmış bir karar olduğu dikkate alındığında Trump yönetiminin bir
tereddüt dönemi geçirmekle birlikte bu politikalara kayıtsız kalmayacaktır.
Kaldı ki, bu işin ABD tarafı. Bir de ABD’nin Asya-Pasifik’de kimileri
‘geleneksel müttefikleri’ konumundaki ülkelerin yönetimlerinin de ABD’nin bölgedeki
varlığında ısrarcı olacaklarını unutmamak gerekir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder