Mehmet Özay
21 Temmuz 2016
Japonya’da 10 Temmuz’da yapılan senato seçimlerinde
iktidar partisi Liberal Demokrat Parti yüzde 2.6’lık artışla aldığı 33.5 oy
oranıyla üçte ikilik çoğunluğu sağladı. Bu sonuç, ülke siyasal yaşamında mevcut
iktidarın güç temerküzünün ötesinde, ülkenin orta ve uzun vadede geleceğini
etkileyecek bir yasa değişikliğinin de kapısını aralıyor. Bu noktada ülke
anayasasında Japon ordusunun ‘pasif’ kalmasını ön gören, yetmiş yıllık bir
maddenin revizyonunu gündeme getiriyor. 2012 yılında iktidara gelen Liberal
Demokratik Parti başkanı ve başbakan Şinzo Abe, ülke hassasiyeti, ulusal
güvenlik, Çin’in giderek artan askeri yapılanması ile Doğu ve Güney Çin Denizi
sınırlarını egemenlik sahası ilânı gibi faktörlerin etkisiyle Japonya savunma
sanayi ve ordu yapılanmasını yeniden dizayn etme niyetini yüksek sesle dile
getiriyor. Bu süreçte Başbakan Abe’nin hareket alanını kısıtlayan anayasadaki
meşhur 9. Madde’nin değiştirilmesi konusunda bir süredir yaptığı çağrılar 10
Temmuz seçimlerinin ardından daha da güçlenerek çıkacaktır.
-Pasifik
Savaşı ve 9. Madde
Asya-Pasifik bölgesinde Japonya’nın yayılmacı
politikaları karşısında ABD öncülüğündeki ittifak güçlerinin verdiği karşılıkta
belirleyici olan Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarıyla savaşın sona
erdirilmesiydi. 2. Dünya Savaşı’nın ya da bölgedeki adıyla Pasifik Savaşı’nın ardından
ABD yönetimi, Japon ordusunun teslim olmasını yeterli görmemiş ve 1947 yılında
bu ülke anayasasına Japon ordusunun bir daha başka ülke topraklarında faaliyet
göstermesini engelleyen bir madde dikte ettirdi. Bunun temel nedeni de, savaşın
sonunda ‘eksen ülkeler’ adıyla anılan Almanya, İtalya gibi Japonya’nın da
‘fazişan’ eğilimlerine gem vurmak ve bir daha bu yönde bir ‘maceraya’ atılmasını
önlemekti.
Anayasanın söz konusu 9. Maddesi, “Japon ulusunu,
bir egemenlik hakkı olarak uluslararası anlaşmazlıklarda askeri tehdit ve güç
kullanmaktan men etmekte ve bu çerçevede kara, deniz ve hava kuvvetlerininin
varlığına son vererek ulusa savaş hakkı tanımamaktadır”. Bu madde, Japon
ordusunun varlığını kendi topraklarında öz-savunma ile sınırlandırıyor. Kimi
çevrelerde, dünya barışına bir katkı olarak değerlendirilen bu yasa
çerçevesinde, o günden bu yana, ulusal ordu ‘pasifleştirilirken’, ülke
savunması da ABD’ye teslim edildi. Daha doğrusu Japonya buna mahkum edildi. Bu
süreç, sadece askeri alanda değil, anayasal bir ‘zorunluluk’ olarak Japonya’nın
ABD’ye bağımlılığı belirleyici oldu. İşte bu madde, Japonya’nın yirmici yüzyıl
boyunca savunma sanayi ve ordu yapısını sınırladı.
Japonya’nın savunma sanayi, ordu teşkilatı
yapılanmasında bölge ülkeleriyle karşılaştırıldığında ‘geri’ kalmasına yol açan
bu durum, aslında 20. yüzyıl ikinci yarısı boyunca Japonya’yı dünyanın üçüncü
büyük ekonomi yapmasının da yolunu açıyordu. Enerjisini, ekonomisini
yatırımlara, yenilikçi ve müteşebbisliğe konuşlandıran Japon hükümeti ve
halkının bu süreçte karşısında ‘düşman’ telâkki edilebilecek bir güç olmaması
kadar, savunma sürecini ABD’ye havale etmesinin getirdiği bir tür rahatlık söz
konusuydu.
-Jeo-politik
Sıçrama
Abe hükümeti, pasif bir konuma indirgenen Japon
ordusunun uzun yirminci yüzyıl şartlarını geride bırakacağı ve askeri dengeleri
değiştirmeye matuf bir icraata hazırlanıyor. Bu anlamda, söz konusu 9. Madde’nin
değiştirilmesi, küresel kamuoyunun zihinlerine ‘Japon Harikası’ kavramıyla
kazınmış olan ‘Japonya’nın üst düzey teknolojik gelişmişliğini askeri ve
savunma teknolojilere nasıl yansıyacağı merak konusu. Ancak bu merakın
ötesinde, Japonya’nın yeni bir ordu yapılanmasının sadece ülke içerisinde
değil, bölgesel ve de küresel etkileri olacağına kuşku yok. Bu noktada Japonya
hükümeti bugüne kadarki söylemlerine uygun bir şekilde, şayet bu maddeyi revize
edebilirse yeni bir jeo-politik açılım gündeme gelecektir. Bu bir anlamda
ABD’nin Obama yönetimiyle birlikte 21. Yüzyıl Asya Çağı konsepti içerisinde
Asya-Pasifik yapılanmasına verdiği önem gibi, Japonya’nın, ordu yapılanmasının
tesis edeceği yeni bir siyasi ‘kimlikle’ ortaya çıkması, kuşkusuz ki bölgede stakükonun
değişeceği anlamı taşıyor. Öyle ki, Japon hükümetinin anayasanın 9. maddesine
getireceği yeni yorumla ittifak güçleriyle “kollektif öz-savunma’ kavramına
işlerlik kazandıracak.
-Çin
Niçin Rahatsız?
Japon hükümetinin savunma ve ordu yapılaşmasının
yeniden dizayn edilmesi yönündeki söyleminden en fazla rahatsız olan ülkenin
Çin olduğu gözleniyor. 2010 yılı Ağustos ayında dünya ekonomisinde önemli bir
gelişme yaşandı ve Çin, Japonya’nın dünyanın ikinci büyük ekonomisi ünvanını
elinden aldı. Bu gelişme, aralarında tarihsel husümet bulunan iki ülkenin geldikleri
bu noktada ekonomik kalkınma yarışı yapacakları, böylesi bir rekabete
girişeceklerine işaret etmedi ve etmiyor açıkçası. Bir başka ifadeyle, küresel
ekonominin saç ayağının ABD’den sonraki iki aktörünün liberal ekonomik
değerlerle birbirlerine yakınlaşmasından değil, bu ekonomik varsıllığın
getirdiği kazanımların askeri yapılaşma çerçevesinde çatışma potansiyeline
zemin hazırlamalarından söz etmek mümkün.
Bunda hiç kuşku yok ki, tarihin değişik evrelerinde
ortaya çıkan gelişmelerin eseri olan ‘eski korkuların’ depreşmesine yol açıyor.
Bu noktada bir önceki süreç hatırlanacak olursa, uzun yıllar boyunca savunma
sanayii ve ordu yapılanmasını ABD’ye
havale etmiş olan Japonya’nın tüm gelişmiş ekonomisine karşın Çin için bir
tehdit unsuru taşımadı ve taşıması da mümkün değildi. Ancak Çin’in, özellikle
1970’lerin ortalarından itibaren başgösteren liberal ekonomi temelli
modernleşmeci-kalkınmacı açılımlarına paralel olarak ordu ve savunma sanayiine
yaptığı yatırımların ne anlam ifade ettiğini 2010’lu yıllarda sadece Japonya
değil, bölge ülkeleri ve de daha geniş plânda küresel olarak daha net
anlaşılmaya başlandı. Bunda hiç kuşku yok ki, iki ülke arasında Doğu Çin
Denizi’ndeki Diaoyu/Senkaku Adaları konusundaki anlaşmazlığı pratik bir neden
olarak öne çıkıyor.
Ekonomide liberal bir söylemi öncelleyen Çin yönetimi,
siyasi ve toplumsal yapıda ‘liberal’ bir gelişme sergilemek, liberal ekonomiden
hareketle liberal demokrasiye zemin hazırlayacak kanallar açmak yerine, zamanı
geldiğinde tarihi de arkasına alarak milliyetçi vurgusunu başat bir şekilde öne
çıkarmak suretiyle yeni bir toplumsal yapılaşmaya yol açtı. Bu noktada, batılı
ekonomik değerleri benimsemiş, ancak sosyal ve siyasal değerlerine sınır çekmiş
bir Çin yönetimi elinde şekillenen yeni bir Çin toplumu var. Bu noktada,
özellikle güney ve doğu sahillerini çevreleyen post modern şehirlerdeki yeni
orta sınıflarla, kırsaldaki geleneksel kesimin nefes alabileceği ortak toplumsal
atmosfer işte bu milliyetçilik düzeninde ortaya çıkıyor.
Bu durumda, Çin komünist parti yönetimi, toplumsal dinamikler
ile tarihsel bilincin kesişme noktasında bir hedef belirlemek gerektiğinde
hemen yanı başındaki Japonya’yı buluyor. Bu anlamda, hem 19. yüzyıl sonu hem de
Pasifik Savaşı öncesinde Japonya’nın istilasına maruz kalan Çin’in bu ‘acı
geçmişi’ unutması söz konusu değil. Çin yönetimi nasıl ki, Güney Çin Denizi
konusunda egemenlik iddiasını temellendirmek için en az beş yüz yıllık bir geçmişe referans yapıyorsa, -yukarıda
söylediğimiz nedenlerder ötürü- komşusu Japonya ile ilişkilerinde de ‘istilâ’
dönemlerini bugünkü ilişkilerde belirleyici kılıyor. Ve bunun pratikteki
karşılığıysa, askeri yapılaşma ve bunun sağladığı itici güçle Doğu Çin
Denizi’nde egemenlik iddiası yer alıyor. Bu anlamda iki ülke arasında bir
‘normalleşme’ süreci henüz ortada görülmüyor.
-Abe’den
Tarihi Hamle
Aksine, Japonya açısından bugün gelinen noktada,
Çin’in giderek artan bir tehdit unsuru haline gelmesi, Pasifik Savaşı
sonrasında oluşan dengenin veya statükonun değişmesi yönünde bir potansiyeli
içinde barındırıyor. Bunun somut dayanaklarıysa, Japonya ‘savunma ‘gücünün’ dış
savaş kabiliyetinden yoksun olması; niceliksel olarak komşu ülkeler örneğin
Güney Kore ordusunun üçte biri; Kuzey Kore ordusunun altıda biri; Çin’in ise
onda biri büyüklükte olmasıdır. Bu bağlamda, bölgede Japonya ile ittifak
halindeki bir ülke topraklarında veya ‘denizlerde’ ortaya çıkabilecek herhangi
bir sıcak gelişmeye Japonya’nın ordusu ile destek vermesi mümkün değil. İşte bu
nedenledir ki, bugün gelinen noktada, Japonya’da hükümeti ve de Başbakan
Abe’nin mevcut iki mecliste de üçte ikilik çoğunluğu sağlaması, anayasada
ilgili değişikleri yapabileceği anlamı taşıyor. Mevcut sistem gereği, bir
sonraki dönem yapılacak seçimlerde artık Başbakan olamayacak Abe, 9 Madde
üzerinde yeni bir tasarruf ile tarihe geçmeyi arzu ediyor. Bu süreç, sadece Japonya ulusal meclis/leri
ve halkının vereceği kararla değil, aynı zamanda ABD yönetiminin bu tarihi
sürece ‘onayıyla’ da bağlantılı.