16 Ekim 2015 Cuma
Seçim’e Doğru Myanmar / Myanmar: Ahead of Election
Mehmet Özay 15 Ekim
2015
Myanmar’da 8 Kasım’da
yapılacak seçimlere az bir süre kala kampanya süreci devam ediyor. Verilen
bilgilere göre doksanı aşkın parti, 6100 adayla seçimlere iştirak edecek. Kampanya
sürecine koşut olarak Hükümetin bazı adımlar atmakta olduğu da dikkat çekiyor.
Özellikle, bugüne kadar ağır aksak attığı adımlara yenilerini ekleyerek bu
sürecin kendi lehine bir reform süreci olarak adlandırılma çabasına katkıda
bulunmaya devam ediyor. Bununla birlikte kimi alanlarda da bugüne kadar geciktirdiği
adımları yeni yeni atma emareleri gösteriyor. Ayrıca, 1990 yılındaki seçimlerin
rövanşı olacağına kesin gözüyle bakılan bu genel seçimler öncesinde
hazırlıkların bir yanında da Avrupa Birliği bulunuyor. Hatırlanacağı üzere
1980’lerin ikinci yarısındaki dev gösteriler sonrasında junta yönetiminin
aldığı seçim kararının ardından 1990 yılında yapılan seçimleri ‘Ulusal
Demokrasi Birliği’ (NLD) genel oyların %82’ini almış ancak, ordu yönetimi
sivillere bırakmayı reddetmişti.
Yukarıda dile getirdiğim
ilk alanla ilgili atılmakta olan adımları, siyasi suçluların bir bölümünün daha
ceza evlerinden salıverilmeleri oluşturuyor. Adına siyasi suçlular denilen
kategoriye giren kitlenin bir hukuk sürecine tabi olarak özgürlüklerine
kavuşmalarından ziyade, dış baskıların dozajına bağlı olarak, hükümetin
‘özgürlükleri esnetme’ yaklaşımına tekabül eden bir yanı var.
İkinci alanın en başında
gelen husus ise, ülkenin sınır boylarını teşkil eden dağlık bölgelerdeki etnik
yapılarla olan çatışmaları sonlandırmaya matuf anlaşmalar geliyor. Özellikle
son üç yıldır sürdürülen ‘yoğun’ müzakereler sonunda, aralarında Karen ve Shan
bölgeleri bağımsızlığı için mücadele veren ve sayısı on beşi bulan belli
gruplarla hem de yetmiş yıl gibi inanılması güç bir uzun dönem sonrasında
anlaşmaların 15 Ekim’de imzalandığı dünya kamuoyuna duyuruldu. Bununla
birlikte, ‘Kachin Bağımsızlık Ordusu’ gibi bölgenin önde gelen silahlı
gruplarından biri de aralarında olmak üzere, henüz imzaya yanaşmayan gruplar da
var. bu noktada hükümetin bu anlaşmaları duyuruş tarzına bakmak gerekir. Çünkü
anlaşmaya imza atanlar, atmak üzere olanlar, atmayanlar gibi kategorilerin
varlığı kadar, hükümetin “ülke genelinde” diye duyurduğu bir anlamda “toplu
barış” yaklaşımı, sorunların kökten hallinden ziyade, hükümetin seçim hazırlığı
noktasında bir çıkış olarak değerlendirilmeyi hak ediyor.
Bu noktada Devlet Başkanı
Theni Sein’in “anlaşma metni ortada, hazır olan imzalar” yaklaşımı ile Kachin
grubunun bu sürece verdiği tepki de yukarıdaki düşünceyi destekler
mahiyette. Bu yöndeki gelişmelerin pek
de rasyonel olmayan yani, barışı yürütmekle yetkili organların ‘önce imza
atsınlar, sonra görüşmeleri yapalım’ tarzı bir yaklaşımla ortaya çıkmaları
oluyor. Bazı grupların, muhalefeti temsil eden NLD lideri Suu Kyi’nin ‘sözünü
dinlemekte’ olduğu ve bu yönde barışa evet sinyali verdikleri biliniyor. Ancak,
yıllar önce Suu Kyi ile hareket eden ve destek veren bu grupların, ona olan
güveni yitirmeleri, sadece barış yolunda değil, Suu Kyi’nin liderlik
hesaplarında da negatif haneye yazılan noktalar olarak dikkat çekiyor.
Tabii işin çatışma ve
anlaşma vecheleri kadar, şu hususa da dikkat çekmekte fayda var. Ortada sürekli
bir çatışma ortamından bahsetmek mümkün değil. Güneydoğu Asya’daki benzeri
çatışma alanlarında da görüldüğü üzere, çatışan taraflar hani neredeyse içli
dışlı oldukları bir ilişki türünü de çatışma sürecinin bir yanında
sürdüregeliyorlar. Özellikle, çatışma bölgelerindeki çeşitli üst düzey ordu
mensupları ile çatışmanın öte yakasındaki grup liderleri arasındaki
etkileşimler biliniyor. Öyle ki, ortada savaş ortamında çıkar ilişkilerine
dayalı bir tür sosyal ve ekonomik etkileşimin geliştirildiği görülür.
Zaten bir bölüm çatışma
alanlarının on yıllarca sürüncemede ‘bırakılmalarının’ ardında da, bölgenin
jeo-ekonomik ve de stratejik önemlerinin doğurduğu çıkar ilişkileri yatıyor.
Örneğin, resmi devlet denetim mekanizmalarının görece az veya hiç olmadığı
sınır boylarını çevreleyen alanlarda türlü uyuşturucu mamullerinin üretim-ulaştırma-piyasa-tütekim
süreçlerinde rol alan aktörler bu çıkar oluşumlarının varlığının sadece bir
göstergesidir. Özellikle bu sınır bölgeleri, sınırın her iki yakasındaki ilgili
ülke topluluklarının gündelik yaşamın en sıradan emtialarının temimine kadar
nüfuz eden bir ‘karaborsa’ dünyasının mekânı olmaklığıyla dikkat çeker. Ortada Myanmar
gibi bir ülkenin ‘zenginliğinden’ bahsedeceksek yukarıda zikredilen bu
özelliklerin de dikkate alınmasında fayda var. Nihayetinde ortada dönen bir
çıkarlar silsilesi ve bunu güdümleyen oluşumların varlığı söz konusu.
Bir diğer önemli gelişme
ise, seçim sürecinin izlenmesi hazırlığı
oluşturuyor. Bu noktada, ASEAN içerisinde tanınırlık ve paylaşımı artırma adına
yaklaşımlar dikkat çekiyor. Birliğin en büyük ülkesi olmakla kalmayan,
demografik standartlar çerçevesinde, dünyanın üçüncü en büyük demokrasisi
unvanıyla anılan Endonezya’ya gönderilen heyetlerle seçim sürecinin doğal
akışının nasıl olacağına dair teknik çalışmalar yürütüldü ve yürütülüyor.
Myanmar seçim komisyonu Endonezya’nın yolunu tutarken, Eylül ayında ülke seçim
sisteminin ‘şeffaflığına’ halel getirecek bir başka gelişme yaşandı. O da
milletvekili adaylarının 124’ünün başvurularının reddedilmesi oldu.
Ortada anlaşılır, makul ve
de yasalara uygun neden/ler gösterilmemekle birlikte, bu grubun tamamına
yakınının ülkenin değişik etnik gruplarına mensup adaylar ve üçte birinin de
Müslüman olduğu bilgisine ulaşıldığında, Myanmar yönetiminin üstesinden gelmesi
gereken gayet ciddi işler olduğu ortaya çıkıyor. Söz konusu bu adayların Ulusal
Kalkınma ve Barış Partisi; Demokrasi ve İnsan Hakları Partisi; Ulusal Kalkınma
ve Demokrasi Partisi; Ulusal Birlik Kongre Partisi ve bağımsız grubuna mensup
olduğu belirtiliyor. Adaylardan birinin, yani Shwe Maung’un, 2010 yılında Arakan
Eyaleti’nin Maugndan şehrine bağlı Buthidaung seçim bölgesinden parlamentoya
girmiş milletvekili olması sürecin en azından bazı Müslüman gruplar aleyhine
işletildiğini ortaya koyuyor. Ancak bu 124 adayın yasal haklarının çiğnenmesini
bir başka gelişmeyle birlikte değerlendirmek gerekir. O da, resmi rakamlara
göre ülkenin %4’ünü oluşturan Müslümanların temsil haklarının ellerinden
alınmakta oluşu. Burma Irkçı Budistlerinin yaklaşımları neticesinde iktidardaki
Birleşik Dayanışma ve Kalkınma Partisi (USDP) Müslüman adaylarından bazılarını
elemek zorunda kalırken, Suu Kyi’nin lideri olduğu NLD ‘den ise tek bir
Müslüman aday dahi gösterilmedi.
Öte yandan, Myanmar
hükümetinin ‘serbest ve adil’ diye nitelediği seçimleri, Avrupalı gözlemciler
tüm süreçleri izlemek üzere saha çalışmalarına başlamış durumda. Bu noktada, Avrupa
Birliği’nden seçimleri izlemeye yönelik talebin kabul edilmesinin, hükümetin
ülkede olup bitenlerin salt ülke siyasetinin değil, aksine gelişmelerin
bölgesel ve de küresel etkileri olduğunun bir göstergesi olarak kabul
edilmelidir. Kağıt üzerinde bakıldığında bu gelişmelerin tümünün ülke
demokrasisine şu veya bu şekilde bir katkıda bulunacağına kuşku yok.
Ancak, özellikle 2011’den
bu yana adına reformcu denilen hükümetin aradan geçen birkaç yıl boyunca
kendisinden beklenen adımları ağır aksak atma çabası sergilemesi, sadece
ülkedeki onlarca etnik yapıya mensup kitleler nezdinde değil, Myanmar’dan
‘umutlu’ olan pek çok ülkeyi de sukut-u hayale uğrattığı da bir gerçek. Bu
yakın geçmişe dair tecrübe ile 1990’daki seçimler öncesi verilen vaatler ve
seçim sonrası uygulamalar arasındaki uçurum hatırlandığında yukarıda dile
getirilen hazırlıkların bir süre sonra neye tekabül edeceği noktasında pek de
aceleci davranılmaması gerektiğini ortaya koyuyor. Çünkü o dönem gelişmeler, NLD’nin Myanmar’da ‘hükümet’ etmek değil, tezat
olacak şekilde kendi sonuna imza atması anlamına gelmişti. Yani cunta rejimi,
seçim sonuçlarını tanımadığını belirterek, bir kez daha ülkeyi karanlık günlere
sürükleme konusunda hiç de çekingen davranmamıştı.
Myanmar’daki gelişmeler
sadece bu ülke özelinde değil, bölge için de kayda değer bir önem arz ediyor.
Myanmar dediğimizde, neredeyse tüm modern dönem boyunca kendini dünyaya
kapatmış ve bu sınırlılığını ülkeyi idare eden ordu ve kısmen sivil elitin
ihtiyaçları çerçevesinde, o da belli ülkeler için gevşetilmiş bir yapıdan
bahsediyoruz. Bu uzun ve oldukça sıkıntılı siyasi dönemin geniş toplum
kesimleri üzerinde bıraktığı olumsuz etkinin bir anda ortadan kalkması mümkün
değil. Bu anlamda, orta vadede ülkenin kendine gelmesini sağlayacak bir
sosyal-ekonomik ve kültürel rehabilitasyondan bahsedebiliriz. Peki bu süreçte
Myanmar’ın yanında kimler yer alacak? Aslında bu soruya cevap yetiştirme çabası
içerisinde olan pek çok ülkenin varlığından söz edebiliriz. Hemen yanı
başındaki Çin ve Hindistan; Pasifiğin bu yanında Japonya ve öte yanında ABD;
uluslararası arenada genişleme siyaseti izleyen Rusya; Hint-Çin’inde
yüzyıllarca varlık sürmüş ve bölgeyi neredeyse her yönüyle oldukça iyi
okuyabilen İngiltere, Fransa gibi ülkelerin yanı sıra, sadece hammadde
arayışlarında değil, kendi ürettikleri mamülleri bölgenin genç nüfus zengini
ülkelerine aktarma uğraşıyla bölge ülkelerinde varlık göstermelerine neden olan
İskandinav ülkeleri ilk sırada geliyor. Tabii ASEAN içerisinde Singapur ve
Malezya’nın bazı yatırımları olduğu da biliniyor. Az değil, ortada yetmiş milyonluk
bir ülkeden bahsediyoruz. Ve bu ülke dışa kapalılığına rağmen, öyle sıradan bir
ülke de değil. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen akabinde Güneydoğu Asya bölgesinin
‘parlayan yıldızı’ olmaya aday bir ülkeydi. Tabii o dönemleri bilen ülkeler
kadar, yakın ve orta vade geleceğini okuyabilen bazı ülkeler, şimdi Myanmarın
düzlüğe çıkmaya çalıştığı bu yıllarda da yanı başından ayrılmıyor.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder