Mehmet Özay 23 Ekim 2015
Endonezya Devlet Başanı Joko Widodo’nun
(Jokowi) görevinin birinci yılı tamamlandı. 20 Ekim 2014 tarihinde göreve gelen
Jokowi, aradan geçen bir yıllık süre zarfında başkent politikasının zorlu
gündemini ve ilişkilerini öğrenerek geçirdiği söylenebilir. Zorlu diyoruz
çünkü, yarım kalmış reform sürecini tamamlamak üzere göreve geldiğine kuşku
olmayan Jokowi’nin, bugüne kadarki icraatları veya daha doğrusu kendisine imkân tanındığı kadarıyla icraat girişimlerinin önemli bir dirençle
karşılaştığı gözleniyor.
Jokowi, reform programında yalnız
değil. Benzer bir süreci daha 2004 yılı seçimleri öncesinde Susilo Bambang
Yudhoyono (SBY) liderliğindeki Demokrat Parti bağlamında görmeye başlamıştık.
Ve 2004-2014 yılları arasında iki dönem ülkeyi yöneten Demokrat Parti kurucusu
ve başkanı Susilo Bambang Yudhoyono’nun reform söylemiyle başlattığı siyasi
hareketin nasıl akamete uğradığını da geçen süre zarfında tanık olmuştuk. Öyle
ki, Demokrat Parti’den büyük beklentilere rağmen, Başkan SBY’ın gerekli
adımları atmakta zorlandığı, kimilerini geciktirdiği yollu epeyce eleştiri
gündeme gelmişti. Bu süreçte, talepleri ve beklentileri karşılanmayan geniş
kitleler ‘Suharto dönemi özlemini dile getirme’ bağlamında bir tür toplumsal
umutsuzluk çıkışın da bile bulunmuştu.
Peki geçen bir yıl zarfında Jokowi
hangi süreçlere dair, en azından ne tür adımlar attığı yolundaki soruya,
çeşitli araştırma kuruluşları Joko Widodo-Yusuf Kalla ikilisinin yolsuzluklarla
mücadele ve geçmişte yaşanan insan hakları davalarının sonuçlandırılması gibi
iki ana konuda sağlıklı bir liderlik profili çizemediklerini gündeme taşıyor.
Henüz daha bir yıl denilip, geçiştirilecek bir eleştiri değil bu. Burada dile
getirilen sorunların büyüklüğü kadar, seçim öncesinin siyasi atmosferinde
Jokowi ve Kalla’nın nerede durduğuyla da alâkalı. Bu noktada,
ülkede siyasetinde ‘reform’, bir sihirli kelime olarak özellikle seçim
dönemlerinin gözdesi olduğuna kuşku yok. Ancak sorun bu söylemle ortaya çıkan
lider ve partilerin siyasi iktidarlarının tam da pratiklerinin görülmesinin
beklendiği aktif yönetimleri sürecinde neden işlerin bir türlü yolunda gitmediği
üzerinde de düşünülmesini gerektiriyor.
Aslında ortada keşfedilecek yeni bir
durum yok. Bölgedeki diğer benzeri ülkelerdekine benzer sorunlara şahit
olunuyor Endonezya’da da. Hemen ilk elden temiz ve şeffaf yönetim; yerelden
bölgesele, bölgeselden ulusala yayılan yönetim katmanlarında halka hizmetin
öncellenmesi; siyasetin ve ordunun ilişkilerinin net ve kesin çizgilerle
belirlenmesi; ülkenin dış güvenliğinden sorumlu ordunun siyasetle ve
siyasetçilerle ilişkilerinin bir baskı ve manipülasyon aracına dönüşmemesi;
bürokrasiyi ve siyasetçileri iç ve dış iş çevreleriyle ‘ortak çıkarlar’ uğruna
ortak hareketlerinin önlenmesi vb. sayabiliriz. Şimdi bu alanların genişliğine
bakıp, “Bir başkan mı bunların altından kalkacak?” sorusu gündeme getirilebilir
elbette.
Başkan Jokowi, bir siyasi parti üyeliğinden başka siyaset dünyasında
kayda değer bir ideolojik hareketin merkezinde bulunmuyor; böyle bir merkeze
başkanlık yapmadığı gibi, herhangi bir yetişmiş kadro varlığından söz etmekte
mümkün değil. Bir dönem devlet başkan yardımcılığı tecrübesi olan Yusuf Kalla
ile de yollarının buluşması, seçimlerin akabinde kurulan başkan yardımcısı
arama sürecinde kurulan koalisyonların sonucu. Bu bağlamda, her ne kadar
bireysel duruşlarıyla reforma istekli siyasetçiler olsa da, Jokowi ve Kalla
ikilisinin açıkçası “sözünü dinleyecek” kadroları, bürokraside bu niyetlerini
hayata geçirecek güçlü memurları bulunmuyor.
Bu yılın başlarında Emniyet Genel
Müdürü atama süreci, özellikle Jokowi’nin sınanması anlamı taşıyordu. Jokowi ve
Kalla’dan ziyade bu sürece müdahala edenler, Jokowi’yi başkanlığa taşıyan
Endonezya Mücadeleci Demokrasi Partisi (PDI-P)’nin manevi lideri Megawati ve
siyasetteki yakın çevresiydi. Ayrıca, Emniyet Genel Müdürü seçimi sürecinde
ülkenin en gözde kurumlarından biri olarak dikkat çeken Yolsuzlukla Mücadele
Kurumu (KPK)’ya yönelik ‘yumuşak darbe’ girişimleri de Jokowi’den beklentileri
olan geniş çevrelerin ilk hayal kırıklığı oldu.
Bu duruşu, örneğin Papua’ya ve Açe’ye
yaptığı ziyaretlerle geçen bir yıl zarfında da ortaya koyma çabası
içerisindeydi. Bu iki eyaleti öyle laf olsun diye örnek veriyor değilim.
Aslında bu benim örneğim de değil. Aksine, Başkan Jokowi’nin Endonezya siyasal
yapılaşması içerisinde -farklı gerekçelerle de olsa- yeri ve konumu sürekli problemli
olmuş Papua ve Açe’yi “bizim parçamız” diyerek sahiplenmesinden kaynaklanıyor. Ancak
ziyaretlerin bir umut kadar, bu umudu pratikte gösterecek şekilde yıllardır
süren insan hakları ihlallerinin halen sürüncemede bırakılmış olması ve bu
noktada Jokowi’nin gerekli mekanizmaları hayata geçirmede başarısızlığı bu
eyaletlerdeki insanlar nezdinde de soğuk duş etkisi yapmış durumda. Açe gibi
bir yandan on yıldır süren barış sürecinin arzu edilen değişimi getirmemiş
olmasının doğurduğu ümitsizliğin yanı sıra, merkezi hükümetin Papua’da barışı
arayan yaklaşımının nasıl olumlu bir evreye dönüşeceği de belirsizliğini
koruyor. Ülkenin diğer bölgelerinde özellikle dev boyutlu yolsuzluklarla
mücadelede KPK’ya neredeyse savaş açan diğer bazı devlet kurumları karşısında
Başkanlık müessesesinin ve de Parlamentonun süreçlere müdahalesi ve
yönlendiriciliği sorunlar yumağının bir diğer parçasını teşkil ediyor. Bu
süreçte, KPK yasasında kimi değişikliklerin yapılacağı haberi ise sürecin hiç
de iyi yönlendirilemediği şeklinde yorumlanıyor. Çünkü KPK, dev yolsuzluklarla
mücadele verirken, Emniyet Müdürlüğü bünyesinde de bir birimin benzeri bir
mücadele yürütmesi “otorite çatışması”nı gündeme getiriyor. KPK, Polis
şeflerini araştırırken, Emniyet de kendi içindeki kimi zaman ‘uykuya yatmış’
olan birimi harekete geçirerek KPK başkan ve üyeleri üzerinde kullanmaya
yelteniyor.
Bu süreç, Dolayısıyla Başkan’ın
‘reform’ kavramını salt bir retorik olarak kullanageldiği yolunda bir kanının
hakim olmasına yol açıyor. Ancak burada hakkını yemeyelim. Belediye başkanlığı,
valilik gibi icracı bir makamda olmakla ve o dönemlerdeki gerek bireysel
duruşu, gerekse üretme çabası içerisinde olduğu politikalar nedeniyle bir
reform adamı olduğunu söyleyebiliriz. Ancak Jokowi’nin bu yerel yöneticilik
sürecindeki görece başarılı performans devlet başkanlığı düzeyine henüz pratiğe
dökülemedi. Bu farklılaşma araştırma kurumlarınca Jokowi’nin altyapı
çalışmalarında başarılı ancak ülke yönetiminde -en azından şimdilik- başarısız
olarak yorumlanmasına neden oluyor.
Yukarıda dile getirmeye çalıştığım
‘reform sürecinin’ Susilo Bambang Yudhoyono’dan bu yana niçin pratikte karşılığını
bulmakta zorlandığı tam da burada ortaya
çıkıyor. O da, “Papua ve Açe”yi bizim parçamız kılacak anlayışın ‘tikel’de
kalmasıdır. Bu noktada, tikel’in karşılığı Başkan Jokowi’dir. Bu anlayışın
genele yayılamamış olması, en azından bu iki eyalet bağlamındaki reformun
gerçekleşmemesinin de nedenini oluşturuyor. Bununla birlikte, bu tecrübelerin
Endonezya merkez siyasetinde neye karşılık geldiğini de iyi hesap etmek
gerekir. Bu noktada geniş halk kesimlerinin ve merkez siyasetin odağındaki
yönlendirici konumundaki aktörlerinin duruşu kesinlikle farklılık arz ediyor.
Bu devasa sorunlar ve bu sorunlar
karşısındaki duruşların ötesinde Jokowi’nin ülkeyi dış yatırımlara açma
konusunda agresif bir yönelim sergilediğine tanık olduk.
Çin-Japonya-Malezya-Singapur gibi bölge ülkeleri iş çevrelerini yatırım için
davet ederken, aslında ülkede yatırım süreçlerini belirleyen kurumsal
yapılaşmanın da bununla eş güdümlü değişime tabi tutulup tutulmadığı da şüpheli
bir şekilde karşılanıyor. En son “Trans-Pasific İşbirliği Anlaşması”nın
imzalanması ardından daha önce ekonomi koordinasyonundan sorumlu ancak yıl
ortasında yapılan kabine değişikliği ile ‘Ulusal Kalkınma’dan sorumlu bakan
olan Sofyan Jalil, TPPA içinde yer almak istediklerini açıklasa da, yukarıda
dile getirilen nedenlerle önemli yapısal eksikliklere sahip bir ülkenin bu
uluslararası grup içinde yer alması şimdilik mümkün gözükmüyor.
Ancak Jokowi, yatırımcıları davet
sürecine devam ediyor. Başkanlıkta birinci yılının dolduğu bu günlerde (25
Ekim) Jokowi Amerika yolcusu. Bakalım bu ziyaret ticaretin, yatırımların yanı
sıra, ülkenin ihtiyaç duyduğu reform sürecine bir katkı sağlayacakmı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder