Mehmet Özay 22 Kasım
2014
Bundan yaklaşık on yıl önce Banda Açe, dünyanın tanık olduğu en büyük
depremlerden biri ve ardından oluşan tsunaminin kurbanı oldu. Bu ‘doğal’ afetin
etkilerine rağmen, her zaman ifade ettiğim üzere, bu gelişme Açe’nin kendine
gelişinin de bir nedenini oluşturur. Bu sadece Açe’de otuz yıla varan savaşın
sona ermesi ve dünyaya kapalı Açe’nin dünya ile yeniden ‘karşılaşması’ kadar,
Açe’nin kendi tarihiyle de yüzleşişine vesile olmasıyla dikkat çeker.
Depremin ve tsunaminin yol açtığı maddi hasar kadar -kısmen de olsa- manevi
hasarı giderme amacıyla Açe’ye akan yerli yabancı kurumlar Açe’yi tanımaya
çabalarken, Açeliler de bu ‘yabancıları’ bir yerlere oturtma sürecinde
bulunuyordu. Temelde bu yaklaşım ne ‘yardım’(!) amacıyla gelen tüm kitle için
ne de tüm Açelileri kapsayacak denli kapsamlı bir vakıa değildi. Çünkü ‘insani
yardım’ın(!) öznesi olduğu iddiasındakilerin yaklaşımlarındaki farklılık kadar,
Açelilerin de gerek çatışma döneminin ve de tsunaminin etkisinin halen sürüyor
olması nedeniyle bu etkileşime yön verebilecek donanımda olduklarını söylemek
güç.
Bu ve benzeri sorular, sorunlar zihnimi kurcalarken, adımlarım beni Beytürrahman
Camii’ne (Bayt ar-Rahman) götürüyor.
Açelilerin kaçta kaçının Beytürrahman’ın ne ifade ettiğinin farkında olup
olmadıkları meselesi bir yana, bu Cami, Açe’nin bizatihi kendi tarihiyle,
Açe’nin İslamlaşmasıyla ve kendisi olmaklığıyla ortaya çıkan bir serüvenin
tanığı olan yapıların en başında geliyor.
Açe’de, büyüleyiciliğinden bir şey kaybetmeyen Beyturrahman Camii ve Açe
ovasını kıvrıla kıvrıla geçen ve Malaka Boğazı’na açılan Nehri’n hemen yanı
başındayım. Beytürrahman Camii’ne
dışardan temaşa edildiğinde, hiç kuşku yok ki devasa siyah kubbeleri dikkat
çekiyor. Geniş cami avlusu her zamanki gibi cıvıl cıvıl. Caminin iç duvarlarını
kaplayan bakır kapıdan içeri girildiğinde İspanya ve Kuzey Afrika’daki tarihi
camilerdekine benzer bir sutün seli karşılıyor. Beyaza boyanmış sütunların alt
ve üst çemberleri etrafındaki bakır süslemeler büyüsel bir karşılığa denk
geliyor sanki. Camiye her girişte bu manevi atmosferi teneffüs etmek diriltici
geliyor bana.
İkindi ezanı çoktan okunmuş ve cemaat dağılmış... Ancak, ön saflarda bir
kadın grubunun zikri kulağıma çalınıyor. Bunca yıldır Açe’de ilk defa tanık
olduğum bir durum. Hiçbir tantanaya, şaşaaya, depdebeye yer vermeyen kendi
halinde, naif yaşlıca bir teyzenin öncülüğünde gösterişsiz, ‘kendinde akan’ zikir
beni yıllar öncesine götürüyor... Sayısı kırk ilâ elliyi bulan grup, elinde
mikrofon, önünde rahlenin üzerindeki kitaba akan gözleriyle bir ahenk oluşturan
altmışını geçkin yaşlı teyzeyi ‘tekrarlıyorlar’ birlikte... Aynı anda, caminin
dört bir köşesinde namaza durmuş kadınlı erkekli Müslümanlar Beytürrahman’ın
huzurunu teneffüs ediyorlar.
Bir süre sonra, camideki bu havayı istemeyerek de olsa terk edip ana
caddeye çıkıyorum. Caminin genişçe bahçesini geçip doğu cephesinden ana caddeye
doğru yolu adımladığımda bir ilân panosuyla karşılaşıyorum. Kurban Bayramı’ndan
kalma bir tebrik ilânı. İlânda, Banda Açe Belediye Başkanı Illiza Cemaleddin’in
dev fotoğrafı var. Tuhaf olan ise, sözde İslamcı bir partiye mensup olan Illiza
Hanım’ın, Cavalıların ‘beyazlık kompleksini’ hatırlatacak şekilde pudralar
sürülerek beyazlatılmış yüzü. Caminin hemen karşısındaki bu ilân panosu, Müslümanca
bir eda ve eylemin ‘içerdeki’ ve ‘dışardaki’ tezatını gözler önüne seriyor.
İlliza Hanım’ın yüzündeki beyazlık ile Kurban Bayramı mesajı, birbirinden
farklı göndergeler olarak kamusal alanı paylaşıyor. Caminin kuzey tarafına
doğru yöneldiğimde, küçük ahşap tezgâhlarında Açe tatlıları satan kadınlar her
zamanki yerlerindeydi. Tıpkı ‘dünkü’ gibi, bugün de aynı yerde, aynı
durgunlukta işlerini yapıyorlardı.
Aynı istikamette doğuya doğru, Kampung Kedah’a doğru yürüyorum. Solumda Açe
Emniyet Müdürlüğü ve hemen yanı başında Hollanda döneminden kalma ve tıpkı
diğer benzerleri gibi beyaza boyalı bir Avrupa mimari anıtı olarak yükselen
‘Bank Indonesia’. Sağ tarafta yükselen bendin öte tarafında Açe Nehri akmaya
devam ediyor. Semtle aynı adı taşıyan ‘Kedah Köprüsü’ne yakın bir yerde nehir
kenarına iniyorum. Küçük bir iskele üzerinde duruyorum. Köprünün altındaki
rengarenk balıkçı tekneleri, tsunaminin doğurduğu kısa intikanın hemen ardında
tıpkı öncesinde olduğu gibi bugün de varlıklarını sürdürüyor. Köprünün öte
yakasındaki balıkçı ve sebze/meyve pazarına bitişik caminin Hint Camilerine
özgü desenleri, parlak yeşil kubbesi ve belki de Banda Açe’deki kendine özgü
iki minaresi ile yükseliyor.
Nehrin bu bölgesi ister istemez bana Hollanda Savaşı’nı hatırlatıyor. O
gün, “Acaba bu köprünün bir benzeri varmıy dı?” sorusunu soruyorum kendime.
Çünkü burası, bir yandan Malaka Boğazı’ndan giriş yapan ticaret gemilerinin
yanaştığı bugün Lampulo olarak bilinen yeri, öte yandan Kampung Cava,
Palanggahan ve Kampung Pande’ye ulaşımı sağlayan stratejik bir nokta. Açe
Sultanlık sarayını çevreleyen bu noktalarla ulaşımı sağlayan bir ahşap veya taş
köprünün varlığının olup olmadığı bu anlamda dikkat çekici.
Ardından, bu Nehri’n hem Açe hem Hollanda ordusu için oynadığı role
sarılıyorum birden. Bulunduğum mevkiden kuzeye doğru güneye doğru baktığımda
Beytürrahman Camii’nin geniş bahçesinde yükselen minare dikkat çekiyor.
Minarenin arkasında, ufuk boyutunda ise Barisan Dağ Silsilesi’nin ilk
tepelikleri yükseliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder