Cihan Kurtaran 21.10.2016
Filipinler Devlet Başkanı Rodrigo
Duterte’nin Çin’e yapmakta olduğu resmi ziyaret iki ülke ilişkilerinin yanı
sıra, Güney Çin Denizi’nde yaşanan gerilimlerden ABD ile olan ilişkilere kadar
uzanan farklı boyutlarıyla dikkat çekiyor. Başkan Duterte’nin bu ziyareti, son
dönemin bölgedeki sürprizi sayılabilecek bir gelişme olsa da, onun ileri
sürdüğü gibi iki ülke ilişkilerinin başlangıcının 41. yılına tekabül etmesinin
ötesinde tarihi bir niteliğe sahip olup olmadığını söylemek için ise oldukça
erken.
Bu ziyaretin önemi, Güney Çin
Denizi’nde egemenlik iddiaları çerçevesinde ‘mahkemelik’ olacak denli diğer
ülkelerden farklılık arz eden iki ülke ilişkilerinin şu an ne yöne
evrileceğiyle ilintilidir. Bu bağlamda, Çin’in 2012 yılında bu denizdeki hak
iddialarını gündeme getirmiş ve akabinde, Filipinli balıkçı teknelerinin
bölgeye girişlerini engellemişti. Bunun ardından, Filipinler hükümetinin 2013
yılında Çin’e karşı Uluslararası Tahkim Mahkemesi’ne açtığı davanın 12
Temmuz’da Çin aleyhine sonuçlanması, Çin’in argümanlarının küresel kamuoyu
önünde gerçeksizleştiği kanaatinin yaygınlaşmasına neden olmuştu. Ve mahkemenin
bu kararıyla Filipinler bir anda ASEAN içerisinde ve uluslararası çevrelerde
Çin karşısında kazanan taraf muamelesi görmeye başlamıştı.
Ancak, yeni başkan Duterte,
Tahkim Mahkemesi’nin konuyla ilgili kararının bir örneklik temsil etmesinden
hareketle, ASEAN içerisinde siyasi bir güç bloğu oluşturmaya matuf girişimlerde
bulunmak yerine, sessiz kalmayı yeğledi. Hatta, adalarla ilgili egemenlik
iddiası bağlamında ABD’nin Filipinler’le işbirliği çerçevesinde dahi olsa,
konuya müdahale etmekten kaçınması uyarısında bulunuyor ve böylece
Filipinler’in Çin’le olan anlaşmazlığını kendi başına çözebileceğini ileri
sürüyordu. Duterte, Güney Çin Denizi konusunda politika değiştirmek suretiyle
ABD’yi devre dışı bırakmaya çalışırken, yaşanan bir başka gelişme
Filipinler-ABD ilişkilerinin tedrici bir gerilemeye başladığı intibaı
oluşturuyordu. Filipinler’de ulusal bir sorun olarak uyuşturucuyla mücadelede
izlenen yöntem karşısında ABD, ‘insan hakları’ ve yasaların öncellenmesi gibi
değerlerini öne çıkarttı. Duterte’nin seçim kampanyasında Filipinler halkına
verdiği söz ve ulusal politikaların temelini oluşturan bu konuda karşı karşıya
kaldığı eleştiriler üzerine sıradışı bir söylem geliştirerek ABD Başkanı’nı hedef
alan çıkışlarına tanık olundu. Bu süreç, ABD ile ilişkileri gerginleşmesine yol
açakken, Filipinler yönetimi dış politikasını gözden geçirme ve bir anlamda
beklenilmeyecek şekilde Çin’le yakınlaşma söylemi gündeme geldi.
Duterte’nin Çin ziyaretinden
günler önce Güney Çin Denizi gibi hassas bir konusu masaya getirmeyeceğini,
ardından buna tezat teşkil edecek şekilde, Uluslararası Tahkim Mahkemesi
kararını görüşmelerde gündeme taşıyacağı yollu açıklamaları hem kendisinin hem
de Filipinler hükümetinin aslında kafasının net olmadığını ortaya koyuyor. Bir
yanda uluslararası bir mahkemenin aldığı karar, Filipinler devletinin çıkarları
ve egemenlik iddialarının meşruiyeti, öte yanda Duterte’nin 30 Haziran’dan bu
yana yönünü değiştirmeye çalıştığı Dış politika ve orta ve uzun vadede ülke
çıkarları hiç kuşku yok ki Filipinler’de ilgili kurumlarda da bir kafa
karışıklığına işaret ediyor.
Öyle ki, yeni yönetim Çin’le
kopan ilişkilerin faturasını da bir önceki hükümet çıkartarak, adalak ve
egemenlik iddiaları kavramlarını rafa kaldırmışa benziyor. Bu noktada,
Filipinler Dışişleri Bakanı ve diğer bazı ilgililerin bir önceki Aquino
hükümetinin Çin’le ilişkileri salt birkaç adacıkla ilgili düzeye indirdeği
yollu suçlamalarında doğruluk payı olsa da, bizzat başkan Duterte’nin
çıkışlarıyla ABD ile olan ilişkileri sarsan bir ‘siyasi tercihin’ de ülkenin
dış ilişkilerinde kısırlaşmanın bir örneği olarak gündeme getirilebilir. Bu
çerçevede, ABD’ye kafa tutar bir şekilde “Sizin yardımınız olmadan da ayakta
kalabiliriz” diyen aynı Duterte, bugünlerde Pekin yönetiminden borç ve yatırım
sözü alma uğraşında. Bu noktada kimilerinin ileri sürdüğü üzere acaba, Duterte
gençlik yıllarından kalma eski ‘solcu’ damarını öne çıkarıp, pür kapitalist
Amerikan yerine, ‘komünizm soslu’ Çin kapitalizmini yeğlediğini mi kanıtlamak
istiyor?
Öte yandan, düne kadar çatışmacı
bir ilişkinin tarafı olan Çin ve Filipinler yetkililerinin bu ziyaret
çerçevesinde masaya oturması, iki ülkenin ABD karşıtlığında birleşilebileceğini
gösteriyor. Bu noktada, hiç kuşku yok ki, Duterte, Çin ile ABD arasındaki
gerilimlerin farkında ve bundan da mümkün olduğunca faydalanmayı hedeflediğini
Pekin’e ayak basar basmaz yaptığı açıklamada, “Bu ziyarette ülkem için önemli
başarılara imza atacağım” tarzında bir cümle sarf ederek ortaya koydu. Buna
karşılık, Çin yönetiminin, Filipinlerin ‘dış politikada’ eksen değişimini ön
gören bu açılımına nasıl karşılık vereceği ise henüz belirginlik kazanmış
değil. Ancak, Çin yönetiminden yapılan ve Filipinler’in hassas olduğu anlaşılan
uyuşturucu politikasını uygulamasına haklılık gören açıklama bir ilk adım olma
özelliği taşıyor. Bununla birlikte, insan hakları, yasaların üstünlüğü vb.
bağlamları birincil şart kabul eden ABD’nin aksine, Filipinler’in iç işlerine
karışmayan Çin’in, Manila’nın bu eksen değişiminde hemen yanı başında hazır ve
nazır, ‘dost ve müttefik bir ülke’ olduğunu söylemek için ise henüz erken.
Hiç kuşku yok ki, Filipinler’in
Güney Çin Denizi anlaşmazlığı’nda ABD’nin desteğini/müdahalesini yadsıması ve ABD
ile askeri tatbikatları en azından dondurduğunu ilân etmesiyle bölgedeki ABD
varlığının gerileyebileceği ihtimali Çin yönetimini memnun etmiş olmalı. Ancak
Duterte’nin ülkesinin ulusal dış politikasını bir günde farklı mecralara
döndürme çabasının Çin yönetimini irrasyonel bir cazibeye sevk ederek ikili
ilişkileri stratejik ortaklık, askeri işbirlikleri gibi çok üst düzeyde bir
bağlama oturtmayacaktır. Bu noktada Çin, bekle gör politikasını tercih ederek
hem Filipinler ulusal politikasında hem de hükümetin ABD ile ilişkilerinde
nasıl bir seyir alacağının takipçisi olacaktır. Bu noktada Çin hükümeti diğer
benzeri ülkelerle ilişkilerinde gözlemlendiği üzere alt yapı çalışmaları,
ticaret ve yatırımlar konularında Filipinlerle ilişkilerde mesafe almayı
öncelleyecektir. Böylece düne kadar çatışan iki ülke ilişkilerinde siyasi güven
tesisinin yolunu açacaktır.
Gelinen bu noktada, Çin tarafını
yakından ilgilendiren Duterte’nin ‘bağımsız’ dış politika yanlısı bir tutum
sergilemesidir. Bu husus, temelde olumlu bir argüman ve yönelim olsa da,
‘bağımsız dış politika’nın Doğu ve Güneydoğu Asya gibi üretim ve tüketim
eksenli kalkınmacı ekonomilerine ev sahipliği yapan bir bölgede neye tekabül
ettiği ise oldukça sorunlu. İşin öte yanında yakın geçmişi Amerikan
sömürgeciliğe dayanan, iç ve bölgesel güvenlik politikalarını halledememiş bir
Filipinlerin nasıl bir bağımsız politika güdeceği meselesi üzerinde düşünülmesi
gereken bir husus. Öte yandan, Duterte’nin ziyareti öncesinde Çin dışişlerinden
yapılan açıklamada Filipinlerin bağımsız dış politika gütmesinden duyulan
memnuniyetin olsa olsa Çin’in Güney Çin Denizi egemenliği iddiaları
çerçevesinde bölgedeki ülkelerle teke tek masaya oturma arzusuna tekabül
etmesidir. Kaldı ki, bu argüman da Duterte’ye değil, Çin’e ait. Egemenlik iddiaları
bağlamında ASEAN’a üye dört ülke ile ASEAN’ı muhatap almak yerine, bu ülkelerle
tek tek masaya oturma teklifini evvelinden gündeme getiren de Çin. Duterte’nin
bu yöndeki söylemi olsa olsa Çin argümanının tekrarından ibaret ve Çin’in su
yoluna gittiğinin bir işaretidir.
O zaman bu üç günlük ziyarette
Duterte’nin amacı, iktidarının ilk gününden itibaren uluslararası çevrelerle
‘dalaşının’ ülke ekonomisinde açtığı yaraları bir an önce sarmak için ticari ve
ekonomik ilişkileri ve Çin yatırımlarını öne çıkartmak olacaktır. Bu çerçevede,
Güney Çin Denizi’ne uzun bir sahili bulunan Filipinler’deki balıkçıların 2012
yılından bu yana açılmalarının yasaklandığı denizlere açılabilmesinin yolunu
açmak pratik bir başarı olarak yansıyacaktır. Çin yönetimi de bu konuda zaten
“Filipinli balıkçılar söz konusu bölgede ‘belli şartlara uymak suretiyle
avlanma yapabilir” açıklamasını gündeme taşıdı. Ancak burada dikkat çeken
husus, Çin’in ‘izni veren’ taraf olması, söz konusu denizde egemenlik hakkı
konusunun üstü kapalı kabullenişi olduğu izlenimi veriyor. Çin ve Filipinler
bölge denizinde açık/gizli bir çatışma içine girmezken, Filipinler hükümetinin
bölge denizindeki haklarını da iddia düzeyinde dahi gündeme taşıyamadığı sonucu
ortaya çıkıyor.