Adil Yurtkuran 20 Nisan 2016
Nisan ayının ikinci haftasında
Türk-Malay ilişkilerine dair kayda değer bir gelişme yaşandı. 11 ve 12 Nisan
günlerinde Fatih Sultan Mehmed Vakıf Üniversitesi’nde (FSMVÜ) “Osmanlı ve Malay
Dünyası Çalışmaları Araştırmaları ve Uygulama Merkezi”nin açılış ve sempozyumu gerçekleştirildi.
Hatırlanacağı üzere, geçen Kasım ayının başlarında, söz konusu bu
kurumsallaşmanın ilk ayağı olarak Malezya Uluslararası İslam Üniversitesi’ndeki
açılış gerçekleştirilmişti. İstanbul’daki bu program ile böylece, bir süredir
gündemde olan kurumsallaşmanın ikinci ayağı da tamamlanmış oldu.
11 Nisan’da, daha çok merkezin
kuruluşuyla ilgili ‘protokole’ matuf etkinlik gündemdeydi. İkinci gün, yani 12
Nisan’da ise, bir sempozyum gerçekleştirildi. Türkiye’den ve Malezya’dan
akademisyenlerin katılımına konu olan sempozyumda, yeni kurulan enstitülerin
yapılaşması ve plânlamasına dair konular gündeme taşınırken, tarih boyunca iki
‘dünya’ arasındaki ilişkilerin bazı yönlerine dikkat çeken sunumlar da
paylaşıldı. Sempozyuma ‘Malay’ dünyasından davetliler arasında Malezya’da
kurulmuş olan enstitü yetkililerinin yanı sıra, Patani (Tayland), Semarang
(Endonezya)’dan ve İngiltere’den birer akademisyen bulunuyordu.
Sayın Rektör Prof. Dr. Musa Duman
Bey’in de bir konuşması sırasında dile getirdiği üzere, aynı hafta içerisinde
İstanbul’da İİT zirvesinin olması, enstitünün kuruluşunun geniş kamuoyuyla
paylaşılmasına kısmen mani olduğu söylenebilir. Basın yayın organlarında kısa
bir araştırma yapıldığında, bazı yayın organlarınca bu önemli açılışa yer
verildiği görülür. Ancak bu kurumsallaşmanın ‘geniş kamuoyu’ bağlamında popüler
bir yanı olsa da, asl olanın Türkiye’deki ilgili fakülte ve bölümlerle,
araştırma kurumları nezdinde tanınırlılığının ortaya konmasıdır. Bunun da gerçekleştirilebilmesi
için kayda değer bir zamana ihtiyaç duyduğu malumdur.
İki ülkedeki iki yüksek öğretim kurumu
çatışı altında kurulan enstitüler vasıtasıyla, ‘geniş’ Malay Dünyası ve Osmanlı
ilişkilerinin dünü kadar modern dönemdeki ilişkileri de araştırma ve
incelemelere konu edilecek. Nihayetinde Türkiye’de geçmiş on yıllar içerisinde
Malay dünyasına dair çalışmalar nazar-ı dikkate alındığında, işe sıfırdan
başlandığı söylenemese de, ortada kurumsallık noktasında büyük bir eksiklik
olduğuna kuşku yok. Bu anlamda, geniş kitleleri iki ‘kültür coğrafyası’ hakkında
bilgilendirmekle, akademik boyutta ilişkileri zenginleştirmek arasında fark
var. İşe sıfırdan başlanmadığına atıfta bulunurken, bununla temelde küçük bir
araştırma alanına da dikkat çekmek istiyorum. En azından 2. Dünya Savaşı’ndan
bu yana, öncelikle Türkiye’de bu alana dair kimlerin kalem oynattığının ortaya
konması kadar, söz konusu enstitünün ilgi alanına girdiği görülen
sosyo-kültürel ve ekonomik ilişkiler açısından da, örneğin Büyükelçiliklerin
ilgili ‘müşavirlikleri’ vasıtasıyla nelerin ortaya konduğu, gündeme taşındığı da
akademik incelemeyi hak edecek boyuttadır.
Tabii bu araştırmaların sonunda ortaya
‘parlak’ sonuçlar çıkmayabilir. Ancak elde edilecek veriler bize nelerin, hangi
boyutta yapılıp yapıl/a/madığını göstermesi bakımından da gelecek plânlamalarında
işe yarar malzeme sunacaktır. Örneğin, Kültür ve Turizm Müşavirlikleri, Askeri
Ateşeler gibi kurumsal yapılar bağlamında da, Malay dünyasına erişimde nelerin
ortaya konulduğu açıkça akademik sorgulanmanın içerisine girmektedir. Tarihin
değişik evrelerinde var olduğu ileri sürülen kimi etkileşimlerin sosyo-kültürel
ve dini vechesi kadar, meşhur Osmanlı yardımlarının varlığı da üniversal
anlamda askeri ateşelerin de içinde yer alacağı bir alana kapı aralamaktadır.
Konuyu biraz daha aşikâr kılma adına şu örneği verebilirim. Başta Sumatra
Adası’nın kuzeyinde Açe bölgesi olmak üzere Malay dünyasında var olduğu bilinen
ve kimi çalışmalarda ‘Osmanlı gönderisi’ ve/ya Osmanlı topçu uzmanlarının
katkılarıyla üretimi gerçekleştirildiği ileri sürülen savaş toplarının neye
tekabül ettiğini, herhalde maden arkeolojisi ve top yapımı uzmanlığına hakim
olduğu varsayılan askeriyeden öğrenmek en kestirme ve anlamlı bir yol olsa
gerek. “Peki bu ve benzeri alanda çalışmalar yapıldı mı?” sorusunu, bunun bir
akademik çalışmanın konusu olduğunu söyleyerek geçiştirmek istiyorum.
Osmanlı/Türk ve Malay dünyası
ilişkilerini gündeme taşırken, bu iki coğrafyayı birleştiren geniş bir su yolu,
yani Hint Okyanusu’nun varlığı göz önünde bulundurulmalıdır. Bu geniş su yolu
ve onu çevreleyen kara parçalarının ilgi alanına taşınması, Osmanlı-Malay dünyası
arasındaki ilişkileri bütüncül bir yapıya kavuşturulması bağlamında tamamlayıcı
olacaktır. Kuşkusuz ki, bu çalışma alanının çok daha genişletilmesi çeşitli
zorlukları da beraberinde getirecektir. Ancak araştırma dünyasında zaten hiçbir
şeyin kolay olmadığı hatırlandığında, biri Batıda diğeri Güneydoğu’da iki
farklı kültür evrenini bir bağlama oturtmanın zorluğu da malum.
Ülkemizde Malay dünyası konusunda
kapsamlı çalışmalar olmadığını bir süredir yüksek sesle dile getiriyoruz. Birkaç
istisna hariç olmak üzere, bugüne kadar olanların da bazı atıflar çerçevesinde
ortaya konulduğu görülür. Hususi çalışmaların ötesinde genel veya ansiklopedik
çalışmalar içerisinde dahi ‘geniş’ Malay dünyasına vukufiyetin sığı olduğunu
söylersek abartmış olmayız. Örneğin, İslam dünyasının genelini konu alan
kültürel, tarihi veya sanat konulu eserlerde Malay dünyasına dair bilgilere
ulaşmak mümkün değil. Bu konuda bir kaç örnek vermek gerekirse, Müslümanlarda Tarih-Coğrafya Yazıcılığı
(1998) başlıklı eserde Malay dünyasını bulmak mümkün değil. Batılı
araştırmacılarca kaleme alınan, örneğin İslam Tarihi konulu bazı eserlerde de
bu anlamda eksiklik görülmektedir. Örneğin, K. Hitti’nin kaleme aldığı ve
Türkçeye de çevrilen Siyasi ve Kültürel
İslam Tarihi (2011) adlı eserin 52 bölümü arasında Malay Müslümanları
dini/kültür tarihina ait bilgiye ulaşmak mümkün değildir.
Malay dünyasındaki kaynaklara ulaşmada
birinci dil özelliği taşıyan Malayca/Endonezyacaya erişim eksikliğine rağmen,
bu dünyaya özgü neredeyse tüm verilerin İngilizce, Felemenkçe, Almanca,
Fransızca dillerinde olduğunu gördüğümüzde, Türkiye’deki araştırmacı ve
akademisyenlerin en azından Avrupa dilleri vasıtasıyla İslam dünyasının bu
bölgesiyle ilgili verilere ulaşmaları mümkün. Bu nedenle dil engelinin temel
bir neden olarak gündeme getirilemeyeceği kanaatindeyim. Bu olsa olsa, adına
İslam dünyası/coğrafyası denilen bütünün algılanış tarzıyla alâkalı bir durum.
İslam dünyasında ilim çevrelerine
‘hakim’ odakların bir tür ayrıştırıcı bir yaklaşımla merkez odaklı, yani
Ortadoğu eksenli yönelimlerinin halen hakim olduğuna tanık olunuyor. Ancak
Ortadoğu merkezli bu yapılaşmanın tekrara yönelik ve daraltıcı bir vechesi
olduğu da unutulmamalıdır. İslamiyeti bir bütün olarak algılarken, bu
dini-kültürel tecrübenin farklı coğrafyalardaki karşılığının bir zenginliğe
işaret etmesi dolayısıyla gündeme taşınabileceğini görmek gerekir. Bu nedenle
FSMVÜ bünyesinde hayata geçirilen merkezin önümüzdeki dönemde önemli rol icra
edeceğini umuyorum. Bu vesileyle enstitünün başkanlığını yürüten Doç. Dr.
Serdar Demirel Hocamıza ve ekibine de başarılar diliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder