29 Nisan 2016 Cuma

Güney Çin Denizi ve Çin-ASEAN İlişkilerinde Bağlayıcılık / South China Sea and Binding in China-ASEAN Relations

Mehmet Özay                                                                                                                 26 Nisan 2016

Güney Çin Denizi konusu bölgedeki kayalıklar, adacıklar ve suni adalar üzerinden süren tartışma çerçevesinde gündemdeki yerini korumaya devam ediyor. Bölge ülkelerinin egemenlik hakları bağlamında ele alınan Güney Çin Denizi meselesi, küresel ilişkiler çerçevesinde tek kutuplu/çift kutuplu dünya bağlamına oturtuluyor. Bununla birlikte, bazı ipuçları sökün etmiş olsa da, köklü ve kalıcı bir jeopolitik dönüşümün yaşandığı da söylenemez. Çin hükümetinin, resmi ağızlardan sürekli olarak “bölgedeki meşru egemenlik hak ve çıkarlarını” koruma söylemi tek taraflı olmaklığıyla subjektif bir özellik taşıyor.

Bu süreçte, Çin yönetimi balıkçı tekneleri gibi unsurları da devreye sokarak bölgede avlanma hakkını tarihi referanslarla açıklarken, bu teknelerin yanı başındaki sahil güvenlik gemileriyle de askeri varlığını ortaya koyuyor. Çin’in bu suların egemenliği konusunda tarihe referansı, Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin “tarih kimin misafir kimin gerçek ev sahibi olduğunu kanıtlayacaktır” yaklaşımında görüldüğü üzere, bir şekilde ‘sömürgeci güçler’ söylemine kadar uzanıyor. Bununla birlikte, diğer iddia sahibi ülkelerin de, tarihe yapabilecekleri bir referansın olabileceğini Çin hatırda tutmalı. Öte yandan, bu hafta başında Çin’in bölge ülkelerinden bazılarıyla doğrudan görüşmelerle bir tür bağlayıcılık tesis ettiği haberi gündeme oturdu. Bu son duruma dair görüşleri paylaşmadan önce, Güney Çin Denizi’nde tarafların ne tür icraatlar sergilediklerine bakalım.

Çin’ın sorun karşısındaki bu duruşuna rağmen, Çin ve egemenlik iddiasındaki diğer ülkeler arasındaki tartışma, söylem düzeyini aşmış durumda. Çin Paracel Adaları’nda füze savunma sistemleri konuşlandırır ve Spratly Adaları’na (Nansha Adaları) ve kayalıkları üzerine doldurma yöntemiyle uçak pisti inşa edip radar sistemleri yerleştirirken, ABD  bölgenin uluslararası sularda serbest dolaşım özgürlüğünü sağlamak amacıyla 2015 yılı Ekim ayından başlayarak, Pasifik Donanması’na bağlı gemi ve uçaklarla güvenlik gücünü harekete geçirdi.
ASEAN’a üye Vietnam, Filipinler, Bruney ve Malezya’nın yanı sıra, Çin’in sürekli olarak kendine bağlı olduğunu yinelediği Tayvan Adası yönetimi de, aynı sularda egemenlik hakkı olduğunu ileri sürüyor. ABD’ın uluslararası deniz ticaret güvenliği argümanıyla hareket ederek Çin’in hak iddialarına verdiği karşılıkta yalnız değil. Bu çerçevede, ASEAN bir yana, başta bölgedeki en önemli müttefiki Japonya olmak üzere, Avustralya’nın da Çin’in ‘yayılmacı hedeflerine’ karşılık bölgede askeri varlıklarını görünür kılmaya başladılar. Bu iki ülke de, tıpkı ASEAN üye ülkeleri gibi askeri harcamalarını yeniden gözden geçiriyor. Japonya, 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana ‘pasif’ ordu yapılanmasını terk edeceği sinyalini kabul edilen anayasa maddesi ile vermişti. Avustralya ise, özellikle ihalesini Fransa’nın kazandığı deniz altı projesiyle Doğu ve Güney Çin Denizi’nde var olacağının ipuçlarını ortaya koyuyor.

Bu genel durum içerisinde, Vietnam, Filipinler, Malezya ve Bruney gibi dört üyesinin Çin’le doğrudan karşı karşıya gelme riski taşıyan ASEAN’da ortak bir politika geliştirilebilmiş değil. ASEAN tarafından zaman zaman yapılan açıklamalarda, sorunun 1982 yılında Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen Deniz Yasası’na atıfla görüşmeler yoluyla çözüme kavuşturulmasına atıfta bulunuluyor. Ancak Çin yönetimi, bu yaklaşıma karşı çıkarak, ASEAN’ı bir blok olarak muhatap görmediğini defaatle açıklarken, alternatif olarak Güney Çin Denizi’nde hak iddiasındaki ülkelerle sorunu ‘teke tek’ ele almak istediğini belirtiyor. Aynı Çin yönetimi, konunun BM gibi uluslararası kurumların bağlayıcılığı içerisinde değerlendirilemeyeceği konusundaki ısrarını da sürdürüyor.

Filipinler’in hak iddiasında bulunduğu Scarborough Kayalıkları üzerinde Çin’in 2012 yılında başlattığı ‘etkin kontrol’ Filipinli balıkçı teknelerinin bölgeden sürülmesiyle sonuçlandı. Bu süreçte, Filipinler’in Hague’daki uluslararası Tahkim Mahkemesi’ne yaptığı başvuruyu ve de sonucunu tanımayacağını açıklamıştı. Kaldı ki, bu süreçte Filipinler’in bu girişimi, gene ASEAN tarafından destek de görmüş değil. ASEAN’ın bir başka çelişkisi olarak dikkat çeken husus ise, özellikle anlaşmazlığa taraf olan ülkelerde askeri harcamalarda artışa gidilmesi oldu.

Bu noktada, ASEAN’nın bir blok olarak Çin karşısında siyasi bir tavır alma konusundaki zaafiyeti, birlik içerisinde ilişkilerin gerginleşmesi gibi bir potansiyeli de içinde taşıyor. Aslında bu sürecin yeni olmadığı, Güney Çin Denizi hakimiyetin noktasında 2002 yılından bu yana ASEAN ve Çin arasında genel bir anlaşmazlığa rağmen, Birlik ülkelerinin yaklaşımlarında sağlıklı bir oryantasyon gerçekleşmiş değil. Geçen Şubat ayında ABD Başkanı Barack Obama’nın Kalifornia’da ASEAN liderleriyle biraraya geldiği tarihi zirve aslında Birliği siyasi bir konsensus etrafında buluşturma projesiydi. Uzun yıllar ortak siyasi hedefler belirlemede başarılı olamamış ASEAN ülkelerini tek zirve ile hedefe ulaştırmak mümkün olduğu da ileri sürülemez. Kaldı ki, ABD’nin bu hamlesinin ardından Çin’in de bazı tekil ülkelerle görüşmeleri sürecin tek taraflı işlemediğini ortaya koyuyor.

Bu çerçevede, Çin’in Laos, Kamboçya ve Bruney ile Güneş Çin Denizi anlaşmazlığında ‘konsensus’a varmış olması, ASEAN’da şok etkisi yarattı. Bu gelişmenin şaşırtıcı yönlerinden biri kuşku yok ki, Laos ve Kamboçya gibi Güney Çin Denizi’ne taraf olmayan iki ülkenin Çin’le masaya oturmuş olması. Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin ilgili ülkelere yaptığı ziyaretlerin ardından açıklanan söz konusu bu konsensus, Güney Çin Denizi’ndeki kayalıklar ve adalar konusunun Çin ve birlik olarak ASEAN arasında sorun teşkil etmediği yönünde. Bu durum, Çin’in sorunun gündem taşındığı günden bu yana ileri sürdüğü argümanının tam kendisi olmasıyla dikkat çekiyor. Bu üç ASEAN ülkesinden Kamboçya’nın 2012 yılı dönem başkanlığı sırasında gerçekleşen ASEAN Dışişleri Bakanları Zirvesi’nde, Çin’e karşı bazı maddelerin de yer alacağı sonuç bildirgesini yayınlamaması Birlik tarihine bir ilk olarak geçmişti. Bu anlamda, Kamboçya’nın süreçte, adalar konusuna aktif bir taraftarlığı olmamakla birlikte, karar süreçlerinde Çin’in yanında yer aldığı aşikâr.

Çin’in ASEAN içerisinde ‘ciddi bir kırılma’ olarak değerlendirilebilecek bu hamlesi önemli. Çünkü, Filipinler hükümetinin Tahkim Mahkemesi’ne açtığı davada nihai kararın Mayıs ayı sonu veya Haziran ayı başında sonuçlanması bekleniyor. Dava sürecine dair zaman zaman gündeme getirilen açıklamalar, Mahkeme’nin Çin’in adalar üzerindeki tek taraflı hak iddiasının kabul edilmeyeceğini gösteriyor. Bu nedenle Filipinler’in adalar konusundaki yüksek sesli itirazı karşısında Çin, diğer bölge ülkeleriyle sahne arkasından izlediği politikalarla, sadece Filipinler’i yalnız bırakmayı değil, ASEAN içeisinde ortak hareket ihtimalini mümkün olduğunca geriletmeyi hedefliyor. Bu durumda, Tahkim Mahkemesi’nden Filipinler lehine bir karar açıklandığında, Çin, ASEAN içerisinde birlik üyelerinin ortak hareket etmesinin önünü çoktan almış olacak.


25 Nisan 2016 Pazartesi

Saravak Seçimleri ve Başbakan’ın Kaderi / Elections in Sarawak State and the Fate of the PM

Cihan Kurtaran                                                                                                         25 Nisan 2016

Maleyza’nın Borneo Adası’ndaki iki eyaletinden biri olan Saravak’da 11. Eyalet Başkanlığı ve meclis seçimlerine az bir süre kaldı. 7 Mayıs’da gerçekleştirilecek seçimler, sadece Saravak Eyaleti’nde yeni bir yönetimin belirlenmesi anlamı taşımıyor. Malezya Federasyonu’na dahil olduğu 1963 yılından bu yana, iktidardaki Ulusal Cephe (BN) koalisyonunun ‘oy deposu’ olmasıyla da Saravak bu seçimlerde de siyasi gözlemcileri için cazibe merkezi.  Saravak seçimlerinin Federal hükümet ve genel ülke siyaseti üzerindeki etkisi üzerinde durmadan önce, Eyalet siyasetinde hangi partilerin gündemde olduğuna bakalım.

Kelabit, Kenyah, Kayan, Penan ve Iban gibi görece küçük azınlıklardan müteşekkil çoğul etnik yapının belirgin olduğu Saravak’da bu bölünmüşlük siyasal yaşama da yansıyor. Bugüne kadar Eyalet siyasetinde hak ettiği yeri bulamayan etnik yapılar kadar, merkezi yönetimle yani UMNO ile ‘güçlü’ bağlar teşkil etmiş siyasi oluşumlarsa, her daim en önde yer alıyor. Eyalet’te öne çıkan siyasi partiler arasında Geleneksel Birleşik Bumiputra Partisi (PBB), Saravak Birleşik Halklar Partisi (SUPP), Saravak Halk Partisi (PRS) ve Devlet Reform Partisi (STAR) bulunuyor. Bunlar arasında özellikle PBB, UMNO ile kurduğu ittifak sayesinde eyaleti on yıllardır yönetmede öncü bir siyasi güç. Öyle ki, 2011 yılında görevi bırakan PBB lideri Abdül Tahib Mahmud, Malezya’da en uzun süre eyalet başbakanlığı yapan lider unvanına sahip. Taib Mahmud’un başbakanlıktan çekilmesi onun siyasi emekliliği anlamına gelmiyor. Aksine, eyalette sahip olduğu gücü sayesinde, diğer ‘klasik’ eyaletlerdeki sultanlara eş bir yöneticis konumuna atanarak üst düzeyde siyasi elit rolünü oynamaya devam ediyor.

7 Mayıs seçimleri öncesinde bugün yani Pazartesi bütün partiler adaylarını seçim komisyonuna bildirecek. Partiler, daha doğrusu koalisyon blokları seçimlerde 82 sandalye için mücadele edecek. 71 sandalye için yapılan 2011’deki seçimlerde muhalefet partileri (DAP ve PKR) toplam on beş sandayle kazanabilmişti. Bu arada, 11 yeni seçim bölgesinin de eklendiğini belirtelim.
2011 yılında alınan bu sonuçdan hareketle bu sefer eyalet siyasetinde niçin ve ne gibi bir değişiklik söz konusu olabilir üzerinde durmakta fayda var. Eyaletteki seçimler, son dönemde Federal hükümet Başbakanı Necib bin Razak’ın adının tam da odağında yer aldığı yolsuzluk iddialarınının ağırlığı altında geçecek. Bir yılı aşkın bir süredir ‘1 Malezya Kalkınma Fonu’ (1MDB) etrafında yükselen yolsuzluk söylemleri üzerine eski Başbakanlardan Dr. Mahathir Muhammed, Çin azınlık partisi Demokratik Eylem Partisi (DAP), 2007 yılında kurulan ‘Şeffaf Seçimler’ (Bersih) hareketi liderlerinden ve eski baro başkanı Ambiga Sreenevasan gibi farklı kanattan birey ve siyasi oluşumların bir araya gelmesi başta başbakan ve hükümet üzerinde kayda değer bir siyasi basınç oluşturmuş durumda.

Bu anlamda, Federal meclis ve de hükümet teşkilinde on yıllarca UMNO iktidarları için Saravak’ın ‘oy deposu hükmünün’ devam edip etmeyeceği de sınanacak. Yukarıda dile getirdiğim üzere, çok etnikli toplum yapısı, kitle iletişim araçlarının görece zayıflığı, eyalet yönetiminin ‘merkezden’ gelecek muhalif liderlerinden bazılarının girişine izin vermemesi, lider kültür ya da feodal çıkar ilişkileri temelli hususlar Saravak halkının ‘demokratik’ sistem ve işleyişteki rolünü kısıtlayıcı unsurlar olarak öne çıkıyor. Bu ‘manipülasyonun’ başında da, Malezya’nın diğer bölgeleriyle kıyaslanamacak geri kalmışlığına vurgu yapılarak Sarava halkının ‘mevcut liderler eliyle’ kalkınmadan başka çıkar yol olmadığı söylemi yer alıyor. Öte yandan, tüm parçalı yapısına rağmen, muhalefet bloğu için de Saravak seçimleri bir eşik anlamı taşıyor. Örneğin, muhalefet bloğunun iki güçlü siyasi hareketi Demokratik Eylem Partisi (DAP) ve Halkın Adaleti Partisi (PKR) arasında adaylar konusunda yaşanan sorunun aşılıp aşılmaması muhalefetin yakın gelecek vizyonunu da belirleyecektir.

Saravak üzerinden gerçekleşen bu iç politik saflaşmanın yanı sıra, Saravak’ı ulusal siyaset gündeminin dışına çıkaran husus ise, ‘Sarawak Report’ adlı araştırma sitesi. Sitenin editörü, İngiliz İşçi Partisi ve başbakan Gordon Brown’ın kardeşiyle evli Clare Rewcastle Brown’ın -şu anki verilere göre bir komplo teorisine konu olmayacak şekilde bir tür ‘hümanistik’ yaklaşımla, ‘doğduğu ve ilk çocukluk yıllarını geçirdiği topraklardaki’ yerli toplumların doğal haklarının korunması konusundaki ‘duyarlılığın’ bir ürünü olarak gündeme taşıdığı yolsuzluk olayları. Clare’ın duyarlılılığı yağmur ormanları başta olmak üzere çeşitli doğal kaynaklara sahip eyaletin bu zenginliğinin Eyalet’teki yerli kitlelerden esirgenmesi ve gün be gün bu kitlelerin topraklarını yitirmesi olduğu belirtiliyor. Clare’ın, özellikle yukarıda atıfta bulunulan Eyalet eski başbakanı Taib Mahmud’un yağmur ormanlarını katletmesi ve yerlilerin arazilerine el konulması vb. icraatları üzerine yaptığı yayınlar ve bu çerçevede ilişkilerini araştırma süreci yolunu 1MDB bağlantısına kadar götürdü.

Clare’ın hem Malezya’da hem de uluslararası medyada tanınır kılan ise, 1MDB konusundaki iddiaları, Başbakan’ın kişisel banka hesabına aktarılan paralar vb. gibi hususları 2015 yılı Mart ayında yayınlaması ve akabinde Dr. Mahathir Muhammed ile Kuala Lumpur’da bizzat görüşmesi oldu. Tabii, bir daha da ülkeye girişine izin verilmeyen ve sitesine erişimin kesildiği Clare, Saravak yerli halklarının hakları için başlattığı mücadelede sadece Saravaklı elit siyasetçi/leri/nin değil, ülkenin Başbakan’ının da içinde yer aldığı bir komplike ilişkiler silsilesini uluslararası basına aktardı. Clare’ın, Malezla muhalefetinden bazı isimlerle çalışarak ortaya koyduğu ‘veriler’, Avustralya’dan ABD’ye kadar değişik ülke basınında yer alırken, beş ülkede de para aklama işlerinden ötürü soruşturmalar başlatıldı. Her ne kadar, ulusal düzeyde faaliyet gösteren kurumlar, Başbakan’ın tüm bu gelişmelerde ‘dahli olmadığını’ söylese ve kanıtlasa da konu tartışılmaya devam ediyor.

İşte bu husus, 7 Mayıs Saravak seçimlerini çok daha anlamlı kılıyor. Çünkü, konuyla ilgili görüşüne başvurduğum -bir süre önce kapatılan- Malaysia Insider’ın editörü Jahabar Sadiq, Clare’ın 2011 seçimleri öncesi yaptığı yayınlar sayesinde Taib Mahmud’un eyalet başbakanlığı görevinden ayrılmak zorunda kaldığını söylemişti. 7 Mayıs seçimlerinde de sadece Clarke faktörü belirleyici olmayacak. Aksine farklı çevrelerin şu veya bu yöndeki işbirlikleriyle Eyalet’te iktidardaki Ulusal Cephe koalisyonuna olan halk desteğinin mümkün olduğunca düşürülmesi hedefleniyor. Bu da Başbakan Necib bin Razak’ı daha da köşeye sıkıştırma anlamı taşıyor.

Seçim günü oyların belli ölçüde muhalefet adaylarına gitmesi Saravak Seçimlerini, birkaç yıl içerisinde yapılacak 14. Genel Seçimler için bir barometre olarak sunulmasına yol açacaktır. Saravak gibi lider ve parti yapısı UMNO’dan farklılık arz eden; katı feodal ilişkileriyle ve zengin doğal kaynaklar üzerinde gücünü tesis etmiş azınlık elitin varlığı karşısında Eyalet halkı bugüne kadar ‘demokratik’ seçimlerde benzer eğilim sergileyerek siyasi gücü aile ve ciddi ekonomik çıkarlarla birbirine eklemlenmiş eyalet elitlerine verdi. Bir yandan eyalet siyasetinde statükocu yapıyı oluşturan ve aynı zamanda eyaletin doğal zenginliklerini elinde tutan elite ve bu elitin on yıllarca merkezdeki UMNO ile iyi ilişkilerine rağmen eyalet halkının geniş kesimlerine ulaştırılması arzu edilen kalkınmacı politikaların bugüne kadar gerçekleştirilememiş olması bir çelişki arz ediyor.

İşte bu nedenle yukarıda dile getirilen son dönemdeki yolsuzluk söylemlerinin şu veya bu şekilde 6 Mayıs seçimlerinde tepkiye dönüşebilme ihtimali yok değil. Bunu göz önüne alan Eyalet Başbakanı Adenan Satem, “Ulusal Cephe koalisyonunca belirlenmiş milletvekilleri adaylarını beğenmeyebilirsiniz. Ancak bu milletvekillerine vereceğiniz oylar, bana verilmiş anlamı taşıyor” minvalindeki bir söylemle, Eyalet halkının demokratik tercihlerini belirlemede farklı kriterleri gündeme taşıyor. 2011 seçimlerinde ‘reform’ söylemiyle meydanlara inen Adenan’ın bu açıklaması açıkçası aradan geçen süreçte bir reforma referans yapmadığı gibi, bundan sonra da böylesi bir açılıma işaret etmiyor. 

Tam da burada, UMNO içerisinde kaynayan kazanın seçimlerde ne türden değişiklikler getirebileceği üzerinde durulabilir. Bu bağlamda, daha önce Dr. Mahathir’den duyduğumuz ve ardından da yaklaşık altı ay önce Başbakan yardımcılığı ve Milli Eğitim Bakanlığı görevine son verilen Muhyiddin Yasin’in iddia ettiği üzere Necib bin Razak’ın liderliğinde girilecek 14. Genel Seçimler UMNO için bir hezimet olacak açıklaması yabana atılır gibi değil. Dr. Mahathir gibi uzun yıllar aktif başbakan olarak ülkeyi yönetmiş bir kişi değil, ‘siyasi emekliliği’ sonrasında da siyaset yaşamında var olmayı sürdürmüş bir ‘kurt politikacı’ ile UMNO’da parti başkan yardımcılığı ve başbakan yardımcılığı ile bu siyasi yapının tüm organlarına vakıf Muhyiddin Yasin’in bu söylemi, Başbakan’a yönelik bir saldırıdan neşet etmiyor. Aksine son dönemde sergiledikleri en ağır eleştirilere rağmen, halen UMNO’nun ülke için vazgeçilmezliğine dikkat çeken bu siyasiler 58 yıldır iktidardaki partinin neler kaybedebileceğine işaret ediyorlar.


İstanbul’da Malay-Osmanlı Araştırmaları Merkezi / Center for Malay-Ottoman Research Institute

Adil Yurtkuran                                                                                                    20 Nisan 2016          

Nisan ayının ikinci haftasında Türk-Malay ilişkilerine dair kayda değer bir gelişme yaşandı. 11 ve 12 Nisan günlerinde Fatih Sultan Mehmed Vakıf Üniversitesi’nde (FSMVÜ) “Osmanlı ve Malay Dünyası Çalışmaları Araştırmaları ve Uygulama Merkezi”nin açılış ve sempozyumu gerçekleştirildi. Hatırlanacağı üzere, geçen Kasım ayının başlarında, söz konusu bu kurumsallaşmanın ilk ayağı olarak Malezya Uluslararası İslam Üniversitesi’ndeki açılış gerçekleştirilmişti. İstanbul’daki bu program ile böylece, bir süredir gündemde olan kurumsallaşmanın ikinci ayağı da tamamlanmış oldu.

11 Nisan’da, daha çok merkezin kuruluşuyla ilgili ‘protokole’ matuf etkinlik gündemdeydi. İkinci gün, yani 12 Nisan’da ise, bir sempozyum gerçekleştirildi. Türkiye’den ve Malezya’dan akademisyenlerin katılımına konu olan sempozyumda, yeni kurulan enstitülerin yapılaşması ve plânlamasına dair konular gündeme taşınırken, tarih boyunca iki ‘dünya’ arasındaki ilişkilerin bazı yönlerine dikkat çeken sunumlar da paylaşıldı. Sempozyuma ‘Malay’ dünyasından davetliler arasında Malezya’da kurulmuş olan enstitü yetkililerinin yanı sıra, Patani (Tayland), Semarang (Endonezya)’dan ve İngiltere’den birer akademisyen bulunuyordu.
Sayın Rektör Prof. Dr. Musa Duman Bey’in de bir konuşması sırasında dile getirdiği üzere, aynı hafta içerisinde İstanbul’da İİT zirvesinin olması, enstitünün kuruluşunun geniş kamuoyuyla paylaşılmasına kısmen mani olduğu söylenebilir. Basın yayın organlarında kısa bir araştırma yapıldığında, bazı yayın organlarınca bu önemli açılışa yer verildiği görülür. Ancak bu kurumsallaşmanın ‘geniş kamuoyu’ bağlamında popüler bir yanı olsa da, asl olanın Türkiye’deki ilgili fakülte ve bölümlerle, araştırma kurumları nezdinde tanınırlılığının ortaya konmasıdır. Bunun da gerçekleştirilebilmesi için kayda değer bir zamana ihtiyaç duyduğu malumdur.
İki ülkedeki iki yüksek öğretim kurumu çatışı altında kurulan enstitüler vasıtasıyla, ‘geniş’ Malay Dünyası ve Osmanlı ilişkilerinin dünü kadar modern dönemdeki ilişkileri de araştırma ve incelemelere konu edilecek. Nihayetinde Türkiye’de geçmiş on yıllar içerisinde Malay dünyasına dair çalışmalar nazar-ı dikkate alındığında, işe sıfırdan başlandığı söylenemese de, ortada kurumsallık noktasında büyük bir eksiklik olduğuna kuşku yok. Bu anlamda, geniş kitleleri iki ‘kültür coğrafyası’ hakkında bilgilendirmekle, akademik boyutta ilişkileri zenginleştirmek arasında fark var. İşe sıfırdan başlanmadığına atıfta bulunurken, bununla temelde küçük bir araştırma alanına da dikkat çekmek istiyorum. En azından 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana, öncelikle Türkiye’de bu alana dair kimlerin kalem oynattığının ortaya konması kadar, söz konusu enstitünün ilgi alanına girdiği görülen sosyo-kültürel ve ekonomik ilişkiler açısından da, örneğin Büyükelçiliklerin ilgili ‘müşavirlikleri’ vasıtasıyla nelerin ortaya konduğu, gündeme taşındığı da akademik incelemeyi hak edecek boyuttadır.

Tabii bu araştırmaların sonunda ortaya ‘parlak’ sonuçlar çıkmayabilir. Ancak elde edilecek veriler bize nelerin, hangi boyutta yapılıp yapıl/a/madığını göstermesi bakımından da gelecek plânlamalarında işe yarar malzeme sunacaktır. Örneğin, Kültür ve Turizm Müşavirlikleri, Askeri Ateşeler gibi kurumsal yapılar bağlamında da, Malay dünyasına erişimde nelerin ortaya konulduğu açıkça akademik sorgulanmanın içerisine girmektedir. Tarihin değişik evrelerinde var olduğu ileri sürülen kimi etkileşimlerin sosyo-kültürel ve dini vechesi kadar, meşhur Osmanlı yardımlarının varlığı da üniversal anlamda askeri ateşelerin de içinde yer alacağı bir alana kapı aralamaktadır. Konuyu biraz daha aşikâr kılma adına şu örneği verebilirim. Başta Sumatra Adası’nın kuzeyinde Açe bölgesi olmak üzere Malay dünyasında var olduğu bilinen ve kimi çalışmalarda ‘Osmanlı gönderisi’ ve/ya Osmanlı topçu uzmanlarının katkılarıyla üretimi gerçekleştirildiği ileri sürülen savaş toplarının neye tekabül ettiğini, herhalde maden arkeolojisi ve top yapımı uzmanlığına hakim olduğu varsayılan askeriyeden öğrenmek en kestirme ve anlamlı bir yol olsa gerek. “Peki bu ve benzeri alanda çalışmalar yapıldı mı?” sorusunu, bunun bir akademik çalışmanın konusu olduğunu söyleyerek geçiştirmek istiyorum.

Osmanlı/Türk ve Malay dünyası ilişkilerini gündeme taşırken, bu iki coğrafyayı birleştiren geniş bir su yolu, yani Hint Okyanusu’nun varlığı göz önünde bulundurulmalıdır. Bu geniş su yolu ve onu çevreleyen kara parçalarının ilgi alanına taşınması, Osmanlı-Malay dünyası arasındaki ilişkileri bütüncül bir yapıya kavuşturulması bağlamında tamamlayıcı olacaktır. Kuşkusuz ki, bu çalışma alanının çok daha genişletilmesi çeşitli zorlukları da beraberinde getirecektir. Ancak araştırma dünyasında zaten hiçbir şeyin kolay olmadığı hatırlandığında, biri Batıda diğeri Güneydoğu’da iki farklı kültür evrenini bir bağlama oturtmanın zorluğu da malum.

Ülkemizde Malay dünyası konusunda kapsamlı çalışmalar olmadığını bir süredir yüksek sesle dile getiriyoruz. Birkaç istisna hariç olmak üzere, bugüne kadar olanların da bazı atıflar çerçevesinde ortaya konulduğu görülür. Hususi çalışmaların ötesinde genel veya ansiklopedik çalışmalar içerisinde dahi ‘geniş’ Malay dünyasına vukufiyetin sığı olduğunu söylersek abartmış olmayız. Örneğin, İslam dünyasının genelini konu alan kültürel, tarihi veya sanat konulu eserlerde Malay dünyasına dair bilgilere ulaşmak mümkün değil. Bu konuda bir kaç örnek vermek gerekirse, Müslümanlarda Tarih-Coğrafya Yazıcılığı (1998) başlıklı eserde Malay dünyasını bulmak mümkün değil. Batılı araştırmacılarca kaleme alınan, örneğin İslam Tarihi konulu bazı eserlerde de bu anlamda eksiklik görülmektedir. Örneğin, K. Hitti’nin kaleme aldığı ve Türkçeye de çevrilen Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi (2011) adlı eserin 52 bölümü arasında Malay Müslümanları dini/kültür tarihina ait bilgiye ulaşmak mümkün değildir.

Malay dünyasındaki kaynaklara ulaşmada birinci dil özelliği taşıyan Malayca/Endonezyacaya erişim eksikliğine rağmen, bu dünyaya özgü neredeyse tüm verilerin İngilizce, Felemenkçe, Almanca, Fransızca dillerinde olduğunu gördüğümüzde, Türkiye’deki araştırmacı ve akademisyenlerin en azından Avrupa dilleri vasıtasıyla İslam dünyasının bu bölgesiyle ilgili verilere ulaşmaları mümkün. Bu nedenle dil engelinin temel bir neden olarak gündeme getirilemeyeceği kanaatindeyim. Bu olsa olsa, adına İslam dünyası/coğrafyası denilen bütünün algılanış tarzıyla alâkalı bir durum.

İslam dünyasında ilim çevrelerine ‘hakim’ odakların bir tür ayrıştırıcı bir yaklaşımla merkez odaklı, yani Ortadoğu eksenli yönelimlerinin halen hakim olduğuna tanık olunuyor. Ancak Ortadoğu merkezli bu yapılaşmanın tekrara yönelik ve daraltıcı bir vechesi olduğu da unutulmamalıdır. İslamiyeti bir bütün olarak algılarken, bu dini-kültürel tecrübenin farklı coğrafyalardaki karşılığının bir zenginliğe işaret etmesi dolayısıyla gündeme taşınabileceğini görmek gerekir. Bu nedenle FSMVÜ bünyesinde hayata geçirilen merkezin önümüzdeki dönemde önemli rol icra edeceğini umuyorum. Bu vesileyle enstitünün başkanlığını yürüten Doç. Dr. Serdar Demirel Hocamıza ve ekibine de başarılar diliyorum.