Cihan Kurtaran 21 Ocak 2015
Tayvan’da
16 Ocak Cumartesi günü 14. Başkanlık ve 9. Parlamento seçimleri barış ve huzur
ortamı içerisinde gerçekleştirildi. Üç adaylı başkanlık seçimlerini,
muhalefetteki Demokratik İlerleme Partisi’nin (DPP) kadın adayı Tsai Ing-wen aldığı
%56 civarındaki oyla ilk sırada tamamladı. Bu sonuca göre, Tsai, Tayvan siyasi
tarihinin ilk kadın başkanı olmayı hak etti. Seçimin bir diğer ayağında yani
parlamentoyu oluşturacak milletvekilleri seçiminde de DPP’nin benzer bir başarısı
vardı. Ve DPP 113 sandalyeli parlamentoda 68 milletvekilliği alarak çoğunluğu
sağladı. Diğer milletvekillikleri dağılımı ise, 1949 yılından bu yana Ada
siyasetinde başat rol oynayan Çin Milliyetçi Partisi’ne (KMT) 35, Yeni Güç
Partisi (NPP) 5 ve Önce Halk Partisi (PFP) 3, Bağlantısız Dayanışma Birliği
(NSU) 1 ve bağımsız 1 olarak gerçekleşti.
DPP
ve NPP’nin ittifak olduğu hatırlandığında, Başkan Tsai’nin parlamentoda üçte
iki çoğunluğu arkasına aldığını söyleyebiliriz. Hiç kuşku yok ki, ortaya çıkan
bu tablo hem başkanlığı hem de parlamentoda milletvekilliği çoğunluğunu kazanan
DPP’nin elini güçlendirdiği anlamı taşıyor. Bu sonuçlar, aynı zamanda 2014’deki
yerel seçimlerde de önemli başarı kazanmış olan DPP’nin hem yerel hem ulusal
hükümette siyasetin güçlü ismi olduğunu ortaya koyuyor.
Bu
sonuçlarla sadece ülkede başkan ve parlamento değişimiyle sınırlı bir sürece
işaret etmiyor. Ada’daki bu değişimi yerli yerine oturtabilmek için DPP’yi KMT’den
ayıran hususun, sadece iktidar ve muhalefet olmalarıyla sınırlı kalmadığını
görmek gerekir. İşte tam da bu noktada, Çin Ana Kıtası’yla ilişkilerde iki
farklı siyasi modelin varlığı karşımıza çıkıyor.
Her
ne kadar, KMT, 2. Dünya Savaşı’ndan
sonra Çin Ana Kıtası’ndaki mücadeleyi kaybedip destekçileriyle birlikte 1949’da
Tayvan’da yeni bir siyasi yapı oluşturmuş olsa da, tam bağımsızlıkçı söylem
yerine, Çin’le ‘dengeli’ bir siyasi ilişkiden yana. 1986 yılında kurulan ve
sadece 2000 ve 2004 yılları olmak üzere iki dönem başkan çıkaran DPP ise,
siyasi duruşunu Çin’e karşı bağımsızlıkçı söylemi dillendirmesinde buluyor. Bu
bağlamda, DPP’nin adayının başkan olduğu 2000-2008 yılları arası, Tayvan-Çin
ilişkilerinin en gergin olduğu yıllar olarak hatırlanıyor.
DPP’nin
bu siyasi yaklaşımı nedeniyle, gerek seçim kampanyası döneminde gerekse seçim
akşamı geç saatlerde sonuçların kesinlemesiyle Çin’den DPP’ye “ilişkilerin
gerginleştirilmemesi” yönünde çağrılar geldi. Bununla birlikte, ‘Tayvanlılık
kimliğinin’ başat bir argüman olarak halen DPP tarafından da gündemde
tutulduğuna tanık olunuyor.
Burada
hemen şunu söylemek gerekir ki, DPP’nin elde ettiği bu önemli seçim zaferinde,
son sekiz yıldır iktidarda olan KMT’nin Çin Ana Kıtası’yla giderek artan
ilişkilerinin Tayvan halkında oluşturduğu endişenin büyük payı var. Bu noktada,
özellikle 2013 yılında imzalanan ticaret ve turizm anlaşması dikkat çekiyor. Bu
nedenledir ki, başta genç kesim olmak üzere Tayvan halkının kayda değer bölümü,
bu anlaşmanın Çin’in lehine olduğunu ve ilerleyen yıllarda bunun siyasi
hakimiyete evrilebilecek bir yönelim alabileceğinden kaygılı. Bununla birlikte,
aynı Tayvan halkı, dönem dönem yapılan kamuoyu yoklamalarında Çin Ana
Kıtası’yla gerginlik istemiyor, aksine statükodan yana bir eğilim sergiliyor.
Bu durum,
bize Tayvan halkının son derece ‘pragmatik’ bir bakış açısını yansıttığını ve ekonomi
perspektifini öncellediğini gösteriyor. Tabii bu pragmatiklik için de bile,
yukarıda değindiğim ‘kimlik’ olgusu çerçevesinde, Çin Ana Kıtası’ndaki kısıtlı
‘özgürlüklere’ karşılık, Ada’daki çoğulcu demokratik ve liberal sistemin
kaybedilmesinden yana da değil. Hiç kuşku yok ki, Tayvan halkı, özellikle son
dönemde Hong Kong’daki gelişmeleri yakinen izliyor ve Ada’da 1949 yılında
kurulan ve 1987’den itibaren de gelişen “demokratik” yapından da feragat etme
niyetinde değil. Bu yaklaşımın Tsai’nin seçim sonrasında yaptığı açıklamadaki
karşılığı ise, “Çin’le sürdürülebilir ilişkilerde, Tayvan’ın anayasal hükümet
sistemini baz alacağı” cümlesinde buluyor.
Bu
noktada, Tayvan halkının ince bir ayrın üzerinden, ülkenin gelecek dört yılını
belirlediğini söyleyebiliriz. Temel politikaları ‘bağımsızlık’ yönünde olsa da,
bu seçimde DPP’yi başarıya götüren en temel husus, halkın -yukarıda zikredilen-
anlayışına karşılık gelecek bir söylem geliştirmiş olmasıdır. Bu bağlamda Tsai
Ing-wen’in seçim arefesinde “Çin’le ilişkilerde statükonun devamından yanayız”
şeklindeki açıklamaları, hem seçmene hem de Çin Ana Kıtası’ndaki yönetiminin
kaygılarını gidermeye yönelik bir işlev gördü.
Bu
çerçevede, seçim sonrasında Tayvan’ı nasıl bir yönetim bekliyor sorusu gündeme
gelecektir. Tsai, partisinin temel siyasal yaklaşımı olan ‘bağımsızlıkçılık’
olgusunu açıkça dillendirmeyeceği düşünülebilir. Bunun rasyonel nedenleri
arasında Doğu ve Güneydoğu Asya’da özellikle teritoryal haklar meselesinden
kaynaklanan gerginlikler kadar, küresel gelişmelerin de rolü var. Bu bağlamda,
Tsai ve DPP’nin Çin Ana Kıtası’ndaki yönetimi açıkça karşısına alacak bir
söylem geliştirmesinin fayda yerine, Tayvan halkı üzerinde olumsuz etkileri
olacak bir sürecin doğmasına yol açacaktır. Kaldı ki, siyasi olarak tanımamakla
birlikte, Tayvan’ın özellikle ticari ve ekonomik bağlılıkları ve bu noktada
küresel açılımlarına destek veren ABD’nin de, Tsai ve DPP üzerinde bir tür
‘kontrol mekanizması’ kurarak, Çin’le ilişkilerde bir dış aktör olarak ‘yapıcı’
rol oynayacaktır. Bununla birlikte, ABD’nin Tayvan’ın TPPA’ya başvuru sürecini
hızlandırabilecek bir mekanizmayı da işletebileceği son derece makul bir yol
olacaktır.
Son
dönemde Tayvan-Çin yakınlaşmasında Çin’in avantajına olduğu ifade edilen ticari
ve ekonomik etkileşimlerin Tayvan lehine dengeli bir boyuta taşınması yönünde
bir irade ve bunun pratikte yansımalarına tanık olunacaktır. Tabii, Tayvan
Çin’le ilişkilerini yeniden yapılaştırırken, ekonomik durgunluğa çare bulmaya
çalışacak. Bunun yolu da, her ne kadar kısa sürede sonuçlanması mümkün
gözükmese de, Trans-Pasifik İşbirliği Anlaşması’na (TPPA) katılma yönünde bir
eğilim ağırlık kazanacak. Tayvan’ın, 1980’lerin sonlarından itibaren ‘Asya
Kaplanları’ adıyla anılan ülkeler arasında yer alması, TPPA gibi sadece
bölgesel değil, küresel çapta ses getirebilecek ticari ve yatırım ilişkilerinde
önemli bir aktör olmasını sağlayabilir. Ancak bunun için Tayvan’ın başvuru, üye
ülkelerle anlaşmalar ve adaptasyon gibi süreçleri
beklemesi gerekecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder