Mehmet Özay 02.11.2017
Osmanlı
Devleti’nde coğrafi ve bilinç farkındalığı, araştırmacılar arasında kayda değer
bir tartışma konusudur. Bu bağlamda, 16. yüzyıl başlarında Osmanlı’da teritoryal
bilincinin şekillenmesinde Ali Ekber Hitay’ın 1516’da İstanbul’da tamamladığı Çin’i
konu alan eserine dikkat çekilir. Bununla ilintili bir diğer husus ise, Hitay’ın
eserinin Osmanlı yönetiminde “coğrafi bilinç ve farkındalık” oluşturmasına
paralel olarak o yüzyıl boyunca “emperyal arzular” peşinde koştuğu yönündeki
anlatıdır. Tabii, 16. yüzyıl sadece Osmanlı devleti için değil, keşifler çağını
başlatan Batı Avrupa denizci milletleri ile bu keşiflere konu olan Hint
Okyanusu ve çevresinde yeni siyasi yapılaşmalar ve buna binaen askeri,
dini-kültürel ve toplumsal gelişmeler bağlamında da dikkat çekici bir dönemdir.
Yüzyılın
hemen başlarından itibaren Osmanlı’nın doğu ve güney sınırlarına yönelik
açılımlarını “emperyal arzular” kavramıyla izah etme çabası entelektüel bir
zorlamadır. ‘Keşifler çağı’ gibi masumane bir kavramsallaştırmayla Avrupa’lı
denizci ulusların Hint Okyanusu özelinde sergiledikleri çaba, açıkçası bir
emperyal davanın görünümüdür. Bu teşebbüslere karşılık Osmanlı’nın girişimleri
de, bu devasa denizi çevreleyen topraklarda hakim Müslüman unsurların
varlıklarıyla değişik boyutlarda etkileşiminden bağımsız değildir. Bu durumda,
Osmanlı politikalarına yönelik ‘emperyal’ tanımlamaları, daha çok Hint
Okyanusu’nda denizcilik, askeri, ticari ve de dini faaliyetlerini birbiriyle
örüntülemiş ve Portekiz örneğinde yüzyıl boyunca etkin olmuş Avrupalı denizci
ulusların varlığının bir yansıtmasıdır.
Burada,
Osmanlı’yı bir dünya devleti mesabesinde görmek ve bunun olmazsa olmaz
koşullarından denizciliği es geçmemek adına Hint Okyanusu’nda olan bitene dikkat
çekilmelidir. Özellikle de bu devasa denizine komşu Sumatra Adası’nda Açe’deki
siyasi yapılaşmaya biraz daha yakından bakılmalıdır. Osmanlı ile ilişkisine
temel olması noktasında Açe, sadece Portekiz karşısında yükselen yeni bir ‘site
devleti’ değildir. Aksine takriben 10. yüzyıldan itibaren bölgedeki siyasi
yapılaşmaların ve özellikle Samudra-Pasai gibi bir devlet geleneğinin devamıdır
dikkate şayan olan. Bu bağlamda, Açe Hint Okyanusu ve Malaka Boğazı merkezli
gelişme gösteren ve doğu ile batı, kuzey ile güney ticari süreçlerinde yer alan
bir coğrafyanın odağında yer almakta ve bir süreklilik ifadesi olarak değer
taşımaktadır.
Bu arka
plandan hareketle, 1510’lu yıllarda kurulan Açe Darüsselam Sultanlığı’nın
kurucu unsurlarının siyasi felsefeleri ve ideolojileri ekseninde Osmanlı
devletiyle kararlı ve sürekli bir şekilde irtibat kurma yaklaşımı birtakım
sonuçlar doğurmuştur. Bunlardan dikkat çekici olanıysa, Osmanlı’nın İslam
coğrafyası ve dünya coğrafyası üzerinde yeni bilinç süreci tecrübe etmesidir.
Açe siyasi elitinin Osmanlı devletiyle iletişim kurmasına sebebiyet veren
ideolojik yaklaşıma dair ortada -en azından şu ana kadar- yazılı bir metin olmamakla
birlikte, fiziki ve siyasi bir vakıa olarak Osmanlıyla kurulan ilişki, bazı
hususiyetleri şu veya bu şekilde ortaya koymaktadır. Öyle ki, Sumatra Adası’nın
kuzeyinde tarihsel bir devamlılık olarak ortaya çıkan bu siyasi yapılaşmanın
hem geçmişe, örneğin 14. yüzyıla, hem de geleceğe örneğin 19. yüzyıla yaptığı
referanslar, aslında bu coğrafyada gelişme kaydeden bir siyaset kültürünün ve
bunun uluslararası boyutlara yansımasının bir işaretidir.
Bu uzun
erimli devlet varlığı ve siyaset yapma biçimi, Osmanlı’yı doğuya çekebilmenin
de adıdır. Osmanlı devletinin bu süreçte doğuya açılması bir “emperyal”
politikaların ürünü değildir. Aksine İslam devleti olmaklığıyla kayda değer bir
siyasi güce tekabül eden Açe’den, dini bir güç merkezine yönelik ilginin bir
sonucudur. Dönemin maddi şartlarının sonucu olarak Portekiz’in deniz gücü ve
bunu ticari, askeri ve dini bağlamlarıyla birleştirerek “emperyalce” uygulama
sürecine karşılık Açe’nin, Osmanlı’nın bildik teritoryal sınırların ötesine
geçme ve bu bağlamda görece küresel bir bilinç oluşumuna teşvikteki rolü
üzerinde durulmayı hak etmektedir.
Bu
noktada, dönemin Açe siyasi elitinin teşebbüsü bir tesadüfilik içermemektedir.
Kendini Malaka Boğazı sınırlarına hapsetmemiş bir Açe siyasetinin bölgesel ve
küresel açılımının bir tezahürü söz konusudur. Kuzey Sumatra’da gerçekleşen bu
çıkış, Açe’yi ‘merkeze’ yaklaştırırken, merkezin de -ki bu noktada Osmanlı’ya
tekabül etmektedir- teritoryal sınırlarını ve hatta bundan daha da önemlisi
‘manevi hakimiyet sahasını’ yeniden tanımlamada bir tarihsel dönüm noktasına
işaret etmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder